Hekim, Siyaset Adamı ve Araştırmacı: Dr. Rıza Nur
Dr.
Rıza Nur, 1879-1942 yılları arasında yaşamıştır. O, Türk kültür ve siyaset
hayatında adından sıklıkla söz edilen önemli bir şahsiyettir. Rıza Nur’un
yaşadığı dönem, Türk tarihinin en karmaşık dönemlerinden biridir. Rıza Nur ömrü
boyunca II. Abdülhamit Dönemi, Meşrutiyet Dönemi, Mütareke Dönemi, Atatürk
Dönemi ve İnönü dönemlerini yaşamıştır. II. Abdülhamit dönemi hariç, hemen her
dönemde Türk siyaset ve kültür hayatında bir şekilde Rıza Nur’dan söz
edilmiştir. En azından Rıza Nur, yaptığı işlerle bir şekilde kendisinden söz
ettirmiştir. II. Meşrutiyet ilân edilmiş, Rıza Nur öne çıkmıştır. Millî
Mücadele başlamış Rıza Nur en ön safta yer almıştır. Cumhuriyetin ilanında
sonra yurt dışına sürülen en önemli muhalif figürlerinden biri olmuştur. İnönü
döneminde ise kendisini araştırmaya ve Türklüğe adamış bir entelektüel olarak
karşımıza çıkmaktadır. Hem kişisel hayatı, hem kültürel ve siyasal hayatı
ibretlik öykülerle dolu olan bu adam kimdir?
1.Memleketi, Soyu, Ailesi ve Çocukluğu
Rıza Nur, Mali
takvime göre 1294’te (1879) Sinop’ta doğdu. Babası Sinop’ta İmamoğlu diye
bilinen bir aileden Kunduracı Mahmut Zeki Efendi’dir. Mahmut Zeki Efendi okur-yazar
bir adamdır. Askerliğini çavuş olarak yapmıştır. Bu bakımdan çevrede Mahmut
Çavuş olarak bilinir. Mahmut Çavuş, sert bir adamdır. Hatta Rıza Nur’un
naklettiğine göre zaman zaman kendisini ve kardeşlerini dövermiş. Rıza Nur’un
Baba tarafından bilinen ilk ceddi Sinop Kalesi’nin Hisar denilen kısmında
bulunan ve 1926’da yıkılan Caminin imamıdır. Bu zat çocukluğunda ekmekleri
yerken çok ufalarmış. Bu yüzden kendisine kedi lakabını takmışlar. Daha sonra
Camiye imam olunca lakabı Kedi İmam’a dönmüş. Bu lakap aileye miras kalmış.
Önce Kedi İmamgil, sonra da İmamgil veya İmamoğulları lakabı Rıza Nur’un
ceddinin lakabı olarak kullanılmıştır. Annesi Sinop’un tanınmış ailelerinden
Zarflıoğullarının kızıdır. Bu kadın beş vakit namazında, zeki, kendi hâlinde
bir hanımefendidir.
2.Eğitim Hayatı
Rıza
Nur dört yaşındayken mahalle mektebine başlar. Burada Ahmet Efendi adında bir
hoca, Hacı Dayı adında iki büklüm bir ihtiyar, değnekler, falakalar, bu
hocaların karşısında diz çöküp oturmalar vb. hatırlar. İlk mektep tahsilinden
sonra Rüştiye Mektebi’ne girer. Rüştiye Mektebi, Selçuklu Sultanı Alaaddin’n
yaptırdığı Büyük Camii avlusunda ve İsfendiyaroğulları mezarlığının yakınında
bir mekteptir. Rüştiyeyi on dört yaşındayken bitirir.
Rüştiyeyi
bitirdikten sonra babası onu daha iyi bir tahsil imkânı elde etmesi için
İstanbul’a halasının yanına götürür. İstanbul’da Soğukçeşme Askeri Rüştiyesine
kaydolur. 16 yaşında buradan şehâdetnâme alır. Babası doktor olması konusunda
ısrar etmektedir. Bir arkadaşının da doktorluğu tavsiyesi üzerine, Rıza Nur da Tıbbıye
İdadisine yazılır. Onun tıbbıye günleri hakkında biraz durmak gerekir.
Rıza
Nur Tıbbiyede öğrenciyken, farklı sahalarda okumalar yapar. Önce şiirle, sonra
felsefeyle ilgilenir. Lamark, Darwin, Bohner, Hegel, Şopenhaure, Spencer gibi
18. ve 19. Yüzyılın büyük filozof ve alimlerini okur. Her biri kendi alanında
birer otorite olan ve kendisinden sonraki düşünce dünyasının şekillenmesine
etkili olan bu filozofları kısmen anlar. Onların düşüncelerini tam olarak
anlatabilecek kendisine bir rehber bulamaz. Bu bakımdan felsefeden çabuk bıkar.
Fakat edebiyattan vazgeçmez. Bir taraftan da devrinden son derece tehlikeli olmasına
rağmen politikayla da ilgilenir.
O zamanlar,
yani 1900’lü yılların başları II. Abdülhamit idaresinin en ağır dönemine rast
gelen yıllardır. Siyasi baskı, hayatın her alanına yoğun bir şekilde hissedilmektedir.
O dönemin II. Abdülhamit’e muhalif yazar ve aydınların çoğu sürgünler,
hapisler, kalebentlikler uzak bölgelere tayinler vb. şekilde
cezalandırılıyordu. Yazı yazdıkları gazeteler ya tatil ediliyor ya da hepten
kapatılıyordu. Bazılarının yazı yazması yasaklanmıştı. Bazıları ise yazı
yazmamaları şartıyla haispten salıverilmişti. Bu bakımdan Türkiye’de, özellikle
de payitaht İstanbul’da Sultan’a karşı muhalefet mümkün değildi.
Devrin
muhalifleri aydınları İzmir, Selanik, Kahire ve Beyrut gibi merkeze uzak
şehirlerde kümelenmişlerdi ya da yurt dışına özellikle de Paris’e kaçmışlardı.
Muhalefet çalışmalarını başta Paris olmak üzere, söz konusu merkezlerde
yürütüyorlardı. Özellikle Paris ve Kahire Abdülhamit’e karşı yapılan yapılan
muhalefetin merkezini oluşturmaktaydı. Ahmet Rıza Bey, Mizancı Murat Bey gibi
meşhur Jön Türkler Avrupa’da II. Abdülhamit aleyhine gazeteler yayımlıyorlardı.
Söz konusu gazeteler yabancı postaneler aracılığıyla Türkiye’ye gelirdi. Rıza Nur,
bu yayınları Galata’da Osmanlı Bankası yanında, şimdiki Garanti Bankası olmalı,
Fransız postanesinden alır, okurmuş. Böylece Dr. Rıza politikaya ilk gençlik
yıllarında II. Abdülhamit aleyhine neşriyatı takip ederek başlamıştır.
Bu
arada arkadaşları arasında para toplar, bu paraları biriktirip Avrupa’daki II.
Abdülhamit aleyhine çalışan İttihatçılara gönderirlerdi. Okulda, yani tıbbıyede
dersler oldukça ağırdır. Rıza Nur’u tutuklanma endişesi de sarmıştır. O da
okulu bitirme endişesi ve tutuklanma korkusuyla, politikadan uzaklaşmaya
başlamış, kendini büyük bir iştihayla okumaya vermiştir. Sürekli okur, kimseyle
görüşmezdi. Şakalaşmaz, konuşmaz, hatta gülmezmiş. Bu bakımdan adı Diyojen’e
çıkmıştır. Mali 1317/1901’de Doktor ve yüzbaşı olarak askeri Tıbbıye’den mezun
olmuştur.
3.Memuriyet Hayatı
3.1.Karanlık
Dönem: 1901-1908 Yılları
Rıza
Nur Tıbbiyeyi bitirdikten sonra iki ay boyunca gezip tozmuştur. Ardından Alman
Profesörler getirilerek kurulan Gülhane Hastanesinde staja başlar. Gülhane’de
ilk olarak Dahiliye servisine geçer. Burada Deicke (Dayka) Paşa ve Süleyman
Numan gibi isimler Rıza Nur’un hocaları olmuştur. Rıza Nur’a göre Dayka Paşa
oldukça bilgili, alanında hâkim değerli bir âlimdir.Buna karşılık Süleyman
Numan pek cahil bir adamdır. Gülhane’de stajyerliği esnasında Fenn-i Hıtan
(Sünnet Fenni) adlı mezuniyet tezi üzerinde çalışır. Çalışmasını 1905’te
tamamlar ve yayımlar. Fenn-i Hıtan daha sonra Almanca’ya tercüme edilir.
Gülhane Hastanesinde çalışkanlığı ve disiplini ile Reider Paşa ile Dayka
Paşa’nın dikkatini çeker. Bab-ı Seraskeri, mezun olduktan sonra Dr. Rıza Nur’u Basra’ya
tayin eder. Fakat Alman hocaların araya girmesiyle bu tayin durdurulur. Rıza
Nur 1907’de ihtisasını tamamlayarak Cerrahi Profesörü olur. 1908’de Binbaşı
olur. Bu arada yeniden politika ile ilgilenmeye başlar. Galata’da avukat Baha
ve Manyasizâde Refik Bey’in yazıhanesinde tabanca ve bıçak üzerine yemin ederek
İttihat ve Terakki Cemiyetine girer. Birkaç ay sonra da zaten II. Meşrutiyet
ilan edilir. Rıza Nur 10 Temmuz 1325’te II. Meşrutiyet ilan edildiğinde, 30
yaşındadır. Tabip binbaşıdır ve cerrahi profesörüdür.
3.2. Meşrutiyet Dönemi: 1908-1918 Yılları:
II. Meşrutiyet
10 Temmuz 1325 tarihinde ilân edilmiştir. Bu tarihin bugünkü karşılığı 24
Temmuz 1908’dir. II. Meşrutiyet ülkemizdeki demokratikleşme hareketlerinin en
ilginç ve dikkate değer bir dönüm noktasını oluşturur. 10 Temmuz sabahı
ülkemize adeta yeni bir güneş doğmuş zannı verilir. Bu güneş meşrutiyet
güneşidir. Meşrutiyet İstanbul’dan başlamak üzere memleketin her tarafını halka
halka yayılır. Memlekette âdetâ bir hürriyet havası, bir bayram havası eser. Bu
havanın itici gücü hürriyet, müsavat, uhuvvet ve meşrutiyet gibi kavramladır.
Herkesin dilinde bu kavramlar vardır. Herkes hürriyet taraftarıdır. Hürriyet
davası o gün dalga dalga memleketin her tarafına yayılır. İnsanlar arasında
düşmanlıklar sona eser. Papazla imam, hahamla papaz, hahamla imam birbirine
sarılır. Herkes kendi lisanınca hürriyeti kutlar. Memlekette önce büyük bir şölen havası başlar.
Ardından şölen kargaşaya, daha sora karmaşaya ve nihayet anarşiye dönüşür. Bu
karmaşa ve kaos ortamı Osmanlı devletinde İttihat ve Terakki Fırkasını iktidara
getirip ve II. Abdülhamit’i tahttan indirilmesine kadar gider. Türk
aydınlarının hürriyet özlemlerinin gerçekleşebileceğine dair inançlarını
arttırır. Bu atmosfer doğal olarak o zamanlar 30’lu yaşlardaki genç Cerrahi Profesörü
Rıza Nur’u da etkiler.
Rıza Nur kıpır
kıpırdır. O zamanlar Makri Köyünde oturmaktadır. Orada sonraları Maarif nazırı
olacak olan Emrullah Efendi, Said Bey ve Mekteb-i Hukuk müdürü Abdülhak Bey ile
komşudur. Bunlarla geceleri buluşur, dertleşir, milleti kurtarmak için çareler
düşünür. Devletin kurtulmasının tek çaresi Meşrutiyetin ilânıdır. Nitekim Rıza
Nur bir 10 Temmuz sabahı Sabah gazetesini eline alır. Gazetenin ikinci
sayfasında Meclis-i Mebusanın açılacağına dair irade-i seniye şeref-sâdır
olduğu yazılıdır.
Bu ilanın gazetenin
ikinci sayfasında verilmesi Rıza Nur’a garip gelir. Bunu II. Abdülhamit’in bir
oyalama taktiği olarak düşünür. Giyinir, sokağa çıkar. Şimendiferde Emrullah
Efendi ve Said Beyle karşılaşır. İlanı onlara gösterir. Üçü bu işi bir emr-i
vaki hâline getirmek için halkı ayaklandırmak gerektiği kanaatine varırlar.
Rıza Nur derhal okula döner. Okuldaki talebeyi toplar. Yaz tatili olduğu için
talebe sayısı azdır. Mevcut talebeyi, halkı ayaklandırmak gerektiğine ikna
eder. Büyük bezler bulunur. Bezlere tıbbıyeliler, hürriyet, yaşasın hürriyet,
yaşasın millet, kahrolsun istibdat gibi sloganlar yazılır. Sabahleyin yürüyüşe
geçilir. Grup Üsküdar’dan arabalı vapurla Karaköy’e gelir. Oradan Galata’ya
çıkılır. Meydanda Rıza Nur bir nutuk söyler. Grup yeni katılımlarla gittikçe
büyür. Rıza Nur omuzlara alınır. Çığlıklar, alkışlar, marşlar, sloganlar
eşliğinde İngiliz Sefaretine geçilir. Rıza Nur İngiliz Sefaretinin önünde
Türkiye’deki meşrutiyetçilere yardım etmesi için bir nutukla İngiltere’den
yardım etmesi için dua eder. Yıllar sonra yazdığı Hatıratında Bir devlete böyle bir dua ile yardım
ediverirler mi? Bütün Türk milleti işte böyle saf, cahil ve dünyadan
bi-haberdik diyerek pişmanlığını ifade edecektir. Ertesi gün bu nümayişler
artar. Herkes bir bayrakla sokağa fırlar. İstanbul böyle bir hafta çalkalanır.
Ömer Seyfettin Efruz Bey serisindeki Hürriyete Lâyık Bir Kahraman başlıklı
hikâyesinde Rıza Nur’un bu davranışını ironik bir şekilde anlatır.
Rıza Nur II.
Meşrutiyet’in ardından 4 Şubat 1909’da yapılan seçimlerinde Sinop’tan mebus
seçilir. İttihat ve Terakki Partisi aslında bu seçimde Mebus adayı olarak Yusuf
Kemâl’i göstermek isterler. Fakat Sinopluların ısrarıyle Rıza Nur mebus olur.
II. Mebus olarak da o zamanki Sinop Müftüsü Hasan Fehmi Efendi Mebus olur. Yusuf
Kemâl kaybetmiştir. Nitekim Meclis açılır. Kendisi 30 yaşındayken meclise
girmiştir. En genç mebus sıfatıyla aynı zamanda Katip yapılır.
Bir müddet
sonra İttihat ve Terakki Partisine uyum sağlayamaz. İttihat ve Terakki’den
istifa eder. Bunun üzerine Tıbbıyedeki kürsüsü lagvedilir. Profesörlükten azledilir.
Tenzil-i rütbeye uğrar. Prens Sebahattin’in fikirlerinin etrafında
toplananların kurduğu Ahrar fırkasına katılır. Ardından Hürriyet ve İhtilaf
Fırkasının kurulması için çalışır. 1912 seçimlerinden sonra bu fırkadan da
ayrılır. Prens Sebahattin ile birlikte İttihat ve Terakki’ye karşı siyasi
faaliyetlerde bulunur. 23 Ocak 1913’te Babıali baskını neticesinde
İttihatçıların iktidarı ele geçirmesi üzerine tıp tahsili bahanesiyle Yurt
dışına sürülür. Önce Köstence’ye gitmiştir. Ardından Cenevre’ye geçmiştir.
Cenevre’de bir hastanenin cerrahi kısmında çalıştı. Arkadaşlarının davetiyle
Nice’e gitti. Burada eski Serasker Şükrü Paşa’nın kızı İffet Hanımla evlendi. Fakat
daha evlendiğinin üçüncü gününde evliliğine bin pişman olmuştur. Kısa bir süre
Paris’te kaldı. Paris’te kaldığı sürede Paris’teki hastaneleri incelemiştir. Bütün
vaktini tıpla ilgili gelişmeleri izlemeye ayırır. Memlekete dönüşünde de sadece
hekimlik yapmayı, politikadan uzak durmayı planlar.
Fakat Paris’te
başka bir şey düşünmüştür. Rıza Nur, bir tıp hekimi olarak sadece şahısların
sıhhatine hizmet edebilecektir. Halbuki asıl hasta olan millettir. Şahısların
sıhhatine hizmet, milletin hastalığının yanında devede kulan nevindendir. Milletin
hastalığı ise siyasi, ilmi ve harsidir. Bu düşünceler içinde Paris sokaklarını
adımlayan Rıza Nur, hekimliği maişet olarak görürken, mensubu olduğu milletin
hastalıkları ile ilgili meşgalesini de bir zevk sanatı olarak görmeye başlar.
Özellikle Balkan harbi ve Balkan kavimlerindeki milliyetçilik düşünceleri onda
Türk milliyetçiliği düşüncelerinin yaygınlaştırılması gereği inancının
pekiştirir. Artık Dr. Rıza Nur bu millete Türklüğünü bildirmek, atalarının
şanlı zaferlerini açığa çıkarmak, menkıbelerini öğretmek ve bu millete milli
benliğini vermek işini en mühim iş olarak görmeye başlamıştır. Böylece Sinop’un
bu Türk çocuğu kendisine yeni bir misyon belirleyerek, bundan sonraki hayatının
çizgisini belirleyecek en önemli adımı atmış olur.
Paris’teyken
tıbbî çalışmalarının edebî ve kültürel çalışmalar ve araştırmalar da yapar.
Öncelikle Fransızca komedileri Türkçe’ye tercüme etmeye başlar. İlk olarak
Samson ve Dalila çevirisiyle işe koyulur. Ardından Ançi ile Paçi adlı romanını
kaleme alır. Romanın konusu Kayınpederi Serasker Paşa ve onun ailesidir. Bu
arada Birinci Dünya Harbi başlamıştır. Harpten dolayı Avrupa’da kalamayacağını
düşünür. Türkiye’ye dönmek ister. Fakat hükümet dönmesine izin vermez. Bunun
üzerine o da hem hekimlik yapmak hem de Türk tarihi ile ilgili araştırmalarını
yürütmek üzere Kahire’ye gider. Kahire’de bir muayenehane açar ve geçimini
sağlar. Kahire’de ikinci opera denemesi olan El Eczâciyûn Nâsıh adlı eserini
yazar.Kahire’de Türk tarihi üzerine çalışmalarına yoğunlaşır. Ermeni Tarihini
ise yazar ve bitirir. Günde en az 12 saat çalışmaktadır. Bu çalışması bazen 20
saati bulmaktadır. Bu kadar çok çalışmasının tek bir sebebi vardır: Eşi İffet
Hanım. Eşi her gün çalışmasından şikayet etmektedir. Evde kavga gürültü hiç
eksik olmaz. Kavga gürültü arttıkça Rıza Nur da çalışmalarına yoğunlaşmaktadır.
Kahire’de Şerafettin Magmumi ve Mustafa Sabri gibi isimlerle dostluklar kurar. Balıkesirli
Abdülaziz Mecdi de o zamanları Kahire’dedir. Onunla da sohbet eder. Nihayet
Türkiye Birinci Dünya Savaşı’nı kaybeder. Mondros Mütarekesi imzalanır. İttihatçıların
bir kısmı İngilizler tarafından tutuklanır. Bir kısmı sürgüne gönderilir. Rıza
Nur Mondros Mütarekesinin şartlarına çok kızar. Hele 7. Maddeyi görünce perişan
olur. Hatıralarında bu maddenin Türkiye’yi mahvedecek bir madde olduğundan söz
eder. Nihayet Mondros Mütarekesinden sonra vatanına döner.
3.3.Mütareke Dönemi
Dönüşte
memleketi Sinop’a gitmeye karar verir. 1918 yılı sonralarında Sinop’a gider.Sinop’un
Köylerinde ve şehirlerinde kadınların ve çocukların çok, yetişkin erkeklerin az
olması dikkatini çeker. Müthiş bir fakirlik vardır. Anadolu’nun perişan
vaziyetini görür. İlk hamle olarak İkdam gazetesinde makaleler yazmaya başlar.
Ekvam gazetesini çıkarır. Yeniden seçimlerin yapılmasını kararlaştırılır. Rıza
Nur da son Osmanlı Mebusan Meclisine Sinop mebusu olarak dahil olur.
İngilizler 16
Mart 1920’de bir beyanname yayımlayarak İstanbul’u resmen işgal ettiklerini
duyururlar. Postaneyi, telefon ve telgraf merkezlerini tutarlar. Ulaşımı köprü
ve denizden kontrol altına alırlar. İngiliz donanmasını topları İstanbul’a
çevrilir. Meclis-i Mebusan’a gelen bir grup İngiliz askeri 15 mebusu
tutuklayarak Malta’ya götürür. Mebuslar bu şartlar altında çalışamayacaklarına
kanaat ederler. İngilizlerin kendilerine istedikleri şeyi zorla kabul
ettireceklerini düşünürler. Doktor Rıza Nur’un verdiği bir takrirle Meclis
tatil edilir. Rıza Nur hatıralarında bunu çok doğru bir karar olarak görür.
Çünkü eğer Mebusan Meclisi tatil edilmeseydi, İngilizler Sevr anlaşmasını bir
şekilde Mebusan Meclisine kabul ettirecekler böylece Sevr yürürlüğe girecekti. Meclis-i
tatil etmekle bir bakıma servin yürürlüğe girmesine engel olunmuştur.
3.4.Milli Mücadele ve Cumhuriyetin İlanı
Meclis tatil
edildikten sonra, tutuklanmayan ve
İstanbul’da kalan bazı milletvekilleri zaman zaman Meclise gider ve sohbet
ederlerdi. Fakat Mebusan meclisinde çalışılamayacağına hepsi inanmıştı. Başta
Rıza Nur olmak üzere pek çok vekil Anadolu’ya geçmeyi hayal ediyordu. O zamanki
İstanbul Hükümeti –Başında Ali Rıza Paşa vardır- Ankara’ya bir heyet gönderme
niyetindeydi. Bu heyete heyet-i nasıha adını verdiler. Heyete Rıza Nur da dahil
oldu. Heyet kısa sürede Ankara’ya ulaşır. Ankara’da heyet üyeleri adlarından
dolayı hoş karşılanmazlar. Önceleri İngiliz Casusu ve İstanbul’un adamları
olarak görülürler. Sonra da Mustafa Kemâl ile görüşerek Ankara Hükümetine
iltihak ederler. Böylece Rıza Nur Ankara hükümetine katılmış ve çalışmalarını
Ankara’da sürdürmeye başlamıştır.
Ankara
hükümeti de İstanbul’da meclis kapandığı için her şehirden beşer mebus
seçilerek Ankaraya gönderilmesini ister. Dr. Rıza Nur da Sinop mebusu seçilerek
Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinde yerini alır. Mustafa Kemal, Halide
Edip, dr. Adnan Adıvar ve Celalettin Arif Beylerin olduğu bir toplantıda yeni
devletin adının, vekilliklerin nasıl olacağı tartışılırken, Rıza Nur yeni
devletinin adının Türkiye olmasını teklif eder ve bu ad etrafındakilerce kabul
edilir. Böylece Rıza Nur Türkiye’nin isim babalığını da yapmıştır.
Meclis açılır.
Mustafa Kemal Paşa Reis olur. Hükümet açıklanır. İlk Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümetinde Rıza Nur Maarif vekili seçilir. Yani Türkiye’nin ilk eğitim
bakanı Dr. Rıza Nur’dur. 3 Mayıs 1920 günü Güven oylaması yapılarak Rıza Nur,
resmen Maarif Vekili olarak görevine başlar. Milli Eğitimin merkez ve taşra
teşkilatını kurar. Ülkedeki bütün mimari abideleri tescil ettirir. Bir
etnografya müzesi kurar. Yazışmaların sade Türkçe ile yapılmasını emreder. Öğretmen
ve öğrencilerin hepsine kendilerine Oğuz, Tuğrul gibi Türk adları konulmasını
tavsiye eder. Okullarda disiplinsizliği önlemek için çok sert tedbirlere
başvurur. Kendisine kavun getiren bir öğretmeni ben rüşvet almam diyerek
azarlar ve odasından kovar.
Bakanlar
kurulu Rusya’ya bir müzakere heyeti göndermek ister. Mustafa Kemal Paşa Rıza
Nur ile Yusuf Kemal’in gitmesini ister. Rıza Nur bir süre Ankara’nın ağır
siyasal havasından kurtulmak ve Rusya Türklüğünü tanımak için bu görevi severek
kabul eder Rıza Nur ve Yusuf Kemal kış şartlarından Anadolu tarikiyle zor bir
yolculuğa çıkarlar. Kars’ta Mustafa Suphi ve 14 yoldaşıyla karşılaşır. Mustafa
Suphi ile bir görüşme yapar. Oradan Tiflis’e ve Bakü’ye geçerler. Buralarda
çeşitli temaslarda bulunurlar. Bakü’den trenle Moskova geçen Heyeti Moskova’da
askeri törenle karşılarlar. Günlerce süren müzakereden sonra Moskova anlaşması
imzalanır. Anlaşmanın Türkiye’nin istediği gibi imzalanmasında Rıza Nur’un
önemli payı olmuştur. Ardında Rıza Nur ve Yusuf Kemal Türkiye’ye dönerler.
Rıza Moskova dönüşü
İstiklâl Harbine doğrudan katılır. Sakarya Meydan muharebesinde bizzat cephede sıhhıye
olarak çalışır. Sakarya zaferi sonrası Sıhhıye ve Muavenet-i İctimaiye
vekaletine getirilir. 5 Ağustos 1921’de yasalaşan ve Mustafa Kemâl’e geçici bir
süre için geniş yetkiler tanıyan Başkumandanlık Kanun tasarısını Meclise sunan
yine Rıza Nur’dur. Sakarya Meydan Muharebesinde cephede doktor olarak görev
yaptı. 1 Kasım 1922’de Saltanatı Kaldıran Kanun metnini kaleme alan da yine
Rıza Nur’dur.
Rıza Nur’un
Türkiye Cumhuriyetine en önemli hizmeti Lozan Müzakerelerinde olmuştur. Rıza
Nur, Lozan konferansına ikinci delegedir. Lozanda üç komisyon kurulur. Bunlar
siyasi, askeri ve iktisadi komisyonlardır. Heyetin siyasi komisyonunun başkanı
Rıza Nur’dur. Özellikle azınlıklar, mübadele, boğazların durumu, Musul’un
Türkiye’ye bırakılması, Kapitilasyonların kaldırılması, yabancı postanelerin
kaldırılması vb. konularda Rıza Nur’un olağanüstü mücadelesi olmuştur. 24
Ağustos 1923’te Anlaşma imzalanır. Rıza Nur bu olayı;
İşte sulh oldu bitti. Lozan’da muahedenin
imzalandığı gün de milli kıyam, milli hareket, istiklal harbi, milli savaş da
bitti. Ve muvaffakiyetle bitmiştir. Diyerek bitirir. Dr., Lozan sonrası sürekli
kendisinin harcanacağı, kabineden çıkarılacağı ya da daha fecisi bir süikatle
öldürüleceği endişesindedir. Hele sonuncusundan çok korkar. Ailesini ve
eşyasının önemli bir kısmını alarak bir bahaneyle İstanbul’a gider.
Vaniköy’deki evine yerleşir. Aradan çok geçmeden Fethi Bey hükümeti istifa eder
ve Rıza Nur da hükümetten ayrılır. Hemen Sinop’a gider.
1923’te
yapılan seçimlerde yine Sinop’tan milletvekili oldu. Ancak bu dönemde kendini
daha çok yazı hayatına verdi.12 cilt tutan Türk Tarihini yazdı. Sinop’ta bir
kütüphane kurdu. Kütüphaneyi gelir kaynaklarıyla birlikte Maarif Vekâletine
vakfetti. Türklüğü yüceltmek için kurduğu bu vakfa 4000 kitap bağışladı. Ayrıca
ölümünden sonra mütevelliliğe getirilecek kişinin anne ve baba tarafından iki
göbek atalarının Türk olmasını şart koştu.
3.5. Sürgün Yılları:1926-1938
Rıza Nur,
1925’ten sonra Mustafa Kemâl’in idaresiyle anlaşmazlığa düştü. 1926’da yurt
dışına çıktı. 1926-1933 yıllar arasında Viyana, Paris ve Berlin’de çeşitli
araştırmalar yaptı. Özellikle Türkoloji çalışmalarına ağırlık verdi. 1933-1938
yılları arasında İskenderiye’de yaşadı. 1931’de Leiden’da toplanan Müsteşrikler
Kongresinde Reşit Safvet ile beraber Türkiye’yi temsil etti. Daha sonra
çalışmalarını Türk Tarihi ve Türkoloji sahalarına yöneltti. Paris’te
Bibliothéque Nationale’de bulduğu Garp Ocaklarına mensup şairlerin şiirlerini
neşretti. Hece vezni üzerinde durdu. Kantik diye adlandırdığı millî ilahi
türünde şiirler yazdı. Paris ve İskenderiye’de Revue de Turkologie (Türk Bilig
Revüsü) adlı bir dergi çıkardı. (sekiz sayı). 6000 mısralık oğuznameyi kaleme
aldı. Tevfik Fikret, Ali Şir Nevai ve Namık Kemâl hakkında çalışmalar yaptı.
Ebulgazi Bahadırhan’ın Şecere-i Türk’ünü Türkiye Türkçesine aktardı. Bir Türk
operasının oluşmasını istediğinden bazı opera metinleri tercüme ve telif etti.
3.4.Vatana Dönüşü ve Ölümü: 1939-1942
Atatürk’ün
vefatından sonra, Aralık 1938’de yurda döndü. Dönüşünce rıhtımda onu Nihal
Atsız karşılar. Bu tarihten sonra Rıza Nur Taksim Sülünpalas’taki apartman dairesine
yerleşir. Daire Türkçü gençlerin karargahı durumuna geçer. Çevresin münevver
Türkçü sayısı her geçen gün artar. İçpolitika ile ilgili polemiklerden mümkün
olduğunda uzak durur. İsmet Paşa’nın vekillik teklifini geri çevirir. Türkçü
bir dergi olan Tanrıdağı (18 sayı 1942) dergisini çıkardı. Tasvir-i Efkar
gazetesinde (1940-1942) yazılar yazdı. 8 Eylül 1942’de İstanbul’da öldü.
Merkezefendi Mezarlığına defnedildi.
3.5.Eserleri
Rıza Nur’un
çeşitli konularda yazılmış pek çok eseri vardır. Bunlardan kimisi yayımlanmış,
kimisi yayımlanmamıştır. Onun en önemli çalışmaları şunlardır:
1.
Türk
Tarihi (I-XII, 1924-1926). Rıza Nur bu eserini milli terbiye için kaleme
aldığını belirtir. Türk tarihine tarihsel bir bütünlük içinde ele alır. Tarihe
Türkçü bir bakış açısından yaklaşır. Kitabının hedef kitlesi halktır. Bu
bakımdan yazar kitabın dilinin sade olmasına dikkat eder. Eserde Türk yurdunun
(Turan) sınırları çizilir. Türk tarihi üç ana döneme ayrılır. Bu hususta
Türklerin İslâmiyeti kabulü esas alınır. Türklerin Müslüman olmasına kadar
geçen devir eski Türk tarihidir. İslamiyetin kabulünden meşrutiyete kadar geçen
dönem yeni Türk tarihidir. Meşrutiyet ve milli mücadele dönemleri ise taze Türk
tarihi olarak adlandırılır. Eserde o dönem Türkiye dışında bulunan Türklerin
durumu ve nüfuzları da aktarılır. Kitabın sonunda Türklerin mitolojisi, dini,
takvimleri, adları, ırkı ve sosyal yapısı hakkında bilgi verilir. Fakat çeşitli
tarihçilere göre, örneğin Ali Birinci, eserin ilmi bir değeri yoktur demektedir.
2.
Hayat ve
Hatıratım: Rıza Nur bu eseri Paris’te bulunduğu yıllarda kaleme almıştır.
Çocukluğundan 1935 yılına kadar geçen hemen her şeyi anlatır. Hatıralarını
sağken British Museum’a teslim etmiş, 1960 yılına kadar açılmamasını şart
koşmuştur. Bu eser Cavit Orhan Tütengil tarafından bulunmuştur. Eser,
1967-68’de yayımlanmış, daha sonra yasaklanarak toplatılmıştır. 1982 yılında
Almanya’da eski harfli metinleriyle birlikte tekrar basılmıştır. Eser Atatürk
ve çevresine ağır eleştirilerle doludur. Eserde verilen bilgilerin bir kısmı kesinlikle
başka kaynaklardan doğrulanmaya muhtaçtır.
3.
Servet-i
Şahane ve Hakk-ı Millet (1908)
4.
Meclis-i
Mebusanda Fırkalar Meselesi (1909)
5.
Tıbbıye
Hayatından (1911)
6.
Cemiyyet-i
Hafiyye (1914)
7.
Gurbet
Dağarcığı (1919)
8.
Hürriyet
ve İhtilaf Nasıl Doğdu ve Nasıl Öldü (1919)
9.
Arap
Şiirbiliği Yahut El Aruz (1926)
10.
Sinop’ta
Türk Adları Damgaları (1928)
11.
Türk
Mantıkası (1928)
12.
Oğuzname (1928)
13.
Hilalin
Tarihi (1933)
14.
Şehname ve
Firdevsi (1934)
15.
Ali Şir
Nevai (1935)
16.
Hücumlara
Cevaplar (1941)
Sonuç
Sonuç olarak
Rıza Nur II. Abdülhamit devrinin bir Jön Türküdür. Ama daha sonra II.
Abdülhamit’e muhalefetinden dolayı pişmanlık duymaktadır. Meşrutiyet döneminin
önemli siyasal figürlerinden birisidir. Türkiye’nin modernleşmesine inanır. Bir
dini yoktur. Fakat millet için dinin gerekli olduğunu düşünür. Dine saygılıdır.
Hatta halifeliğin bir papalık müessesesi gibi kalması gerektiğine inanır. Türk
istiklal harbinde canıyla, malıyla, aklıya, bilgisiyle mücadele etmiştir. Özellikle
Lozan Konferansında verdiği mücadele akıllarda kalmıştır. Bugünkü Türkiye
Cumhuriyetinin biçimlenmesinde Rıza Nur’un büyük bir rolü vardır. İstiklal
harbi bittikten sonra o da artık siyasal anlamda görevinin bittiğini düşünmüştür.
Kendisini Türk harsının, Türk tarihinin ve Türk bilincinin gelişmesine yönelik
hizmetlere adamıştır. Ömrü siyasal mücadeleler, sürgünler,ilmi çalışmalar ve
Türklüğün araştırılmasıyla geçmiştir. Fakat bu değerli Türk münevveri ve Türkçü
ne yazık ki hatıralarında anlattığı Atatürk’le ilgili bazı bilgi kırıntıları
yüzünden, Atatürk ve Türklük düşmanlarının istismarına uğramış, onun hatırları
Atatürk’e saldırmak isteyenler için bir vasıta olmuştur.
Yorumlar
Yorum Gönder