BENJAMİN VE ADORNO: ELEŞTİREL EDEBİYAT TEORİSİ
Eleştirel
teorinin kurucuları Benjamin ve Adorno’dur. Bu arada eleştirel teori
yazarlarının Marksist teorilerin bazı terimlerini kullandıklarını, ancak bu
terimleri Marksistlerden farklı bir anlamda kullandıklarını ifade etmiştik. Benjamin
son dönem yazılarında materyalist bir tarih teorisi geliştirdi. Onun
geliştirdiği materyalist görüş kaynağını Musevi Mesih inancından almaktadır.
Daha önce
belirttiğimiz gibi Adorno ise Kant ve Hegel arasında ihtiyatla gidip gelen bir
teorik görüş taşıyordu. Adorno sanatla felsefe, daha doğrusu sanatın kavramsal
yönüyle felsefe arasında bir ilişki arıyordu. Gerek Adorno, gerekse Benjamin,
daha önce belirtildiği gibi kümülatif/birikerek çoğalan bir özgürleşme süreci
olarak algılamıyorlardı. Buna karşılık Adornı ve Benjamin tarihi felaketlere
doğru ilerleyen bir süreç olarak görüyorlardı. Onların böyle bir düşünceye
sürüklenmesinin birtakım sebepleri vardı.
1.Filozoflar
birinci ve ikinci dünya savaşlarına şahit olmuşlardı.
2. Faşizm ve
nasyonalizmin insanlığa verdiği zararı bizzat görmüşlerdi.
3.İkinci dünya
savaşında sonra kapitalist blok ile Stalinci blok arasında kilitlenmeye ve
yıldız savaşlarını yaşamışlardı.
Bütün bunlar
Adorno’nun çalışan sınıfların çabalarıyla insanlığın kurtulacağı inancını
kaybetmesine yol açtı. İkinci Dünya Savaşından sonra Hebert Marcuse gibi bazı
teorisyenler savaş sonrası gelişen devrimci sınıfın bilincini araştırmaya
başladılar. Fakat Adorno insanlığın felaketlere doğru gittiğini düşündüğünden
bu tür araştırmalardan bir sonuç çıkmayacağını düşündü. Adorno estetiğin
dünyasına dönüş yaptı.
Adorno bu
düşüncelerini biraz arkadaşı Walter Benjamin’e borçludur. Benjamin, düşünülen
özne söylemiyle nesnel dünyayı asimile etmek ve doğaya hükmetmek için ortaya
atılan Hegelci ve Marksist düşüncelerden daima uzak durmuştu. Benjamin’in temel
felsefi amaçlarından birisi nesnelerin dilini (language of things/Sprache der
Dinge) araştırmaktı. Benjamin nesnelerin dili araştırmasını ise nesnel dünyanın
öznel boyutunu açığa çıkararak yapmayı planlıyordu. Nesnel dünyanın özne boyutu
ise felsefi özne kavramını nesneye indirgeme eğiliminde olan Hegel tarafından
tamamen ihmal edilmiş bir boyuttur. Hegel kavramı nesnesiyle tanımlama
eğilimindeydi. Sonrakini öncekinden çıkarıyordu. Nesneden kavramı çıkaran bir
felsefi anlayışa sahipti. Halbuki Benjamin ağırlıklı olarak fenomenin değeri
üzerinde ısrar etti. Başka bir ifadeyle, felsefenin söylemi öznel dünyanın
kavramla eşitliğine engel olur. Yani kavramla öznel dünya birbirinin aynı
değildir. Kavramla özne arasında ayniyete dayalı bir ilişki yoktur. Nesnelerin
özekliğine saygı duyulması gerekir.
Benjamin
aslında Kant’ın sanat anlayışına yakın bir anlayışı benimsemiştir. O, Hegelci
söylemlerden büyük ölçüde sakınmıştır. Bu açıdan bakıldığında Benjamin daha
önce üzerinde durduğumuz Yeni Hegelcilere, bilhassa sa Theodor Vscher’e
benzerlik gösterir. Nitekim Benjamin Felsefenin Gelecekteki programı başlıklı
makalesinde düşünce ile realite, felsefi anlamda özne ile nesne arasında
giderilemez bir boşluk olduğundan söz eder. Onun bu tutumu, Benjamin’nin Özne
ile nesnenin ayniyetini savunan Hegel’den tamamen ayırmaktadır. Bu durumda
Benjamin felsefi anlayış bakımından Kant’a daha yakın bir duruşa sahiptir.
Dilbilimin
dünyasında nesnenin özerkliğini muhafaza etmek için yapılan girişimler
Hjelmslevci anlamda ifade düzeyine
(expression plane) yakın bir söylemdir. Benzer bir şekilde nesnenin
özerkliği söylemi aynı zamanda Saussurecü anlamda işaretleyene (signifier) karşılık gelir. Benjamin’e göre, dilde
kavramsallaştırmaya mukavemet eden hatta kavramsallaştırmadan kaçan kavram dışı
kalıntılar vardır. Bunlar bir takım düşünceleri biçimlendirmeye ve
takımlaştırmaya veya gruplaştırmaya yarayan düşünce imajları veya
alegorilerdir. Benjamin ve Adorno bu tür imajları dilin gizli tarafı olarak
adlandırır. Yani Benjamin dilin gizli tarafına yönelmiş ve dilin gizli tarafını
keşfetmiştir.
Dilin
gizli tarafı nedir? Bu ifade aslında açıktır. Dile veya insan hayatına bir
bütün olarak bakmak gerekir. Gerek dilde gerekse beşeri hayatta kavram dışı
birtakım artıklar vardır. Benjamin bu artıkları taklit olarak nitelemiştir.
Aynı zamanda Benjamin dilin taklidi yönü üzerinde durmuştur. Mimesis gerçeğin
yansıması (reflexion) ya da imitasyonu olarak algılanmamalıdır. Mimesis
nesnenin kendisine benzetilen, asimilile edilen bir nesne asimilasyonu olarak
düşünülmelidir. Başka bir deyişle edebî metinlerdeki nesneler asimile edilmiş,
yansıtılmış, imitasyona uğramış nesnelerdir. Adorno ve Benjamin, nesne
asimilasyonu ve nimesis düşüncesiyle, bir bakıma kavramsal düşünceyi ikinci
plana atmışlardır. Onlar dildeki kavramdışı unsurların olduğu kanaatindedirler;
hayatta ve dilde gayri rasyonel unsurlar vardır ve bu unsurları reddetmemek
gerekir. Daha doğrusu dildeki kavram dışı öğeleri reddetmek akılsızlıktır.
Yukarıdaki
perspektiften bakıldığında, Benjamin’in geliştirdiği estetik teorinin üç tane
önemli bileşeni olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bun unsurların tamamı aynı
zamanda Hegel’in görüşlerine muhalif unsurlardır. Benjamin’in estetiğinde
dikkati çeken özellikler şunlardır:
1.
Benjamin klasizmi, yani klasik uyumu reddetmiştir.
2.
Edebî metinlerde bir tutarlılık özelliği olarak
kabul edilen kavramsallaştırma düşüncesini reddetmiştir.
3.
Benjamin’in teorisi Avrupa avand-gart
deneyimlerine doğru devrimci bir yönelime işaret eder.
Şunu da belirtmek gerekir.
Benjamin materyalist bir düşünce benimsemiştir. Onun benimsediği materyalizmin
Marks’tan alıntılar taşıdığı bilinmektedir.
İlk
olarak Benjamin’in klasik uyumu reddeden anlayışına bakalım: Benjamin Klasik
uyumu reddeden anlayışı Boudlaire’e dair yazdığı yazılarda ortaya çıkar. Bu
yazılarında Benjamin die moderne
terimini kullandı. Sanat ve edebiyatta erken dönem modernizmi kastetti. Bu
terim modernizmin ölümü anlamına gelir. Edebiyat ve sanatta modern çağın en
göze çarpan hususiyetleri nelerdir? Bu soru Benjamin’in üzerinde ısrarla
durduğu bir soruydu.
Benjamin’e
göre edebiyat ve sanatta modern çağın en fazla göze çarpan özelliği
şok/sarsıntı (shock) deneyimleridir. Genellikle
parçasını muhafaza eden elementlerin alışılmadık uyumunu kastediyoruz. (a
sudden coincidence of elements that are usually kept apart). Benjamin’in
sözünü ettiği beklenmedik elementlerin beklenmedik uyumu kavramını daha sonra
üzerinde duracağımız Mikhal Nakhtin’in karnaval terimi ile benzerlik
göstermektedir. Daha doğrusu, havas ile avamın, asil ile sefilin, kutsal ile
aleladenin, trajik ile komiğin, hayat ile ölümün beklenmedik uyumu bizi sarsan
bir uyumdur.
Benjamin
meşhur Fransız şairi Boudlaire’in üslubunu analiz etmiştir. Boudlaire’in şiirde
romantik ve realist unsurları keşfetmiştir. Lamartine gibi realizmi benimseyen
bir şairin bile sakındığı vagon, otobüs, kompartıman, tren gibi şehre ait
kelimelerin Boudlaire’in lirik şiirlerinde geçtiğini söyler.
Daha
önce belirttiğimiz gibi Nietzsche, Batılın aslında bir hakikatler hazinesi
olduğu görüşünü ileri sürmüştü. Burada Nietzsche batıl hak ayrımını kökten
sarsan bir anlayışı benimsemişti. Bu anlayış aslında okuru sarsan bir düşünceyi
temsil eder. Birtakım zırlıklar anlık tesadüflerle bir araya getirilmiştir.
Benzer sarsıntılar sürrealist edebiyat anlayışında da görülür. Benjamin’e göre
butür sarsıntılar modern çağın belirtileridir. Modern çağ ise klasik uyumun ve
uyumlu bütünlük anlayışının yıkılmasını amaçlar.
Benjamin
sanat ve edebiyat teorisinde modernist ve avandgart sarsıntı üzerinde durmuştur.
Sarsıntı ve şokla birlikte klasik uyumlu bütünlük bozulmuştur. Yani klasik
uyumlu bütünlüğün havası bozulmuştur. Benjamin’in havanın bozulması diye
adlandırdığı terim buradan ileri gelmektedir. Benjamin’in meşhur bir makalesi
vardır. Makalenin adı The Work of Art in the Age of Mechanical
Reproduction’dır. Makale 1933’te yayımlanmıştır. Benjamin bu makalede sanatları
iki gruba ayırmıştır:
1.Auratic
sanatlar
2.
Mekhanic Sanatlar
Auratik sanarların özelliklerini
Benjamin şöyle sıralamıştır:
1)
Bu sanatlar karakter itibariyle gelenekseldir.
2)
Dini törenlerin kutsal objeleriyle yakından
ilişkilidir.
3)
Kutsal objelerle ilişkili olduğundan dolayı
auratik sanatlar tektir.
4)
Belirgin bir mesafeyi üzerinde taşır.
Mekanik sanatlarda bu aura ve
mesafe ortadan kaldırılmıştır. Fotoğraf ve film gibi sanatlar ekanik
sanatlardır. Bunların varlığı tamamen yeniden üretime ve tekrara dayanır.
Daha doğrusu estetik nesne ile kitle
kültürünün yeniden üretimine dayanır.
Benjamin’in
sanatla ilgili bu ayrımını edebiyata rahatlıkla uyarlarız. Nitekim klasik ve
romantik sanat belirli bir aurayı daima muhafaza eden sanatlardır. Yüksek ve
seçkin bir gruba hitap ederler. Kitleyi dışta tutan bir özelliğe sahiptirler.
Bizde Divan edebiyata auratik sanata için güzel bir örnektir. Avnadgart akımda
ve sürrealizmde Benjamin’in şaşırtan şey, esasında sürrealizmin ve avandgart
akımın sanat ve toplum arasındaki boşluğu ortadan kaldırmaya çalışması
girişimidir. Buna ilâveten sürrealizm ve avandgart hareketler günlük hayattaki
sanatkarane deneyimi yansıtan akımlardır.
Yorumlar
Yorum Gönder