TÜRK DİLİ GAZETESİNE 1935’TE YAYIMLANAN BİR EDEBİYAT ANKETİ
(Balıkesir Üniversitesinde
düzenlenen Uluslar arası Balıkesir’e Değer Katan Şahsiyetler Sempozyumunda 07.11.
2013 sunulan Bildirinin tam metnidir)
Türk
Dili
1926-1968 yılları arasında Balıkesir’de yayımlanmış bir süreli yayındır. Gazete
yayımlandığı süre boyunca Balıkesir kültür ve basın hayatının önemli yayın
organlarından birisi olmuştur. Türk Dili
gazetesinin ilk sayısı 16 Mayıs 1926’da eski harfli olarak yayımlanmıştır.
Atatürk inkılaplarının henüz projelendirilip uygulama sahasına geçmeye
başladığı bir dönemde yayın hayatına başlayan Türk Dili gazetesi, 1929’dan sonra tamamen yeni harfli olarak
neşredilmiştir. Gazetenin imtiyaz sahipliğini uzun süre Hayrettin Karan, daha
sonra Cevdet Demiray yürütmüştür[1]. Türk Dili günlük yayımlanan bir neşriyat
vasıtasıdır. Gazetenin içeriği, oldukça zengindir. Gazete, devrin tek partisi
olan CHP’nin kültür, sanat ve siyaset politikasını destekleyen bir yayın çizgisi
takip etmiştir. Bu bakımdan Türk Dili gazetesi, sadece Balıkesir için değil,
aynı zamanda tüm Türkiye için dikkate alınması gereken bir yayın organıdır.
Türk Dili
gazetesinin Balıkesir kültür, sanat ve siyaset hayatında işlevini, Ankara’da yayımlanan
Hakimiyet-i Milliye -daha sonraki adıyla
Ulus – ve İzmir’de Haydar Rüştü Öktem’in
(1885-11 Ağustos 1951) yayımladığı Anadolu
gazetesi[2] ile
mukayese edebiliriz. Daha doğrusu bu üç gazete Atatürk dönemi ile İnönü
döneminin kültür, sanat ve siyaset hayatının biçimlenmesinde önemli görevler
üstlenmişlerdir. Cumhuriyetin ilk yıllarında merkezi otoritenin bulunduğu
Ankara’da devrin tek partisi tarafından oluşturulan sanat ve edebiyat
hareketleri, taşra yerleşim merkezlerine Ulus,
Anadolu ve Türk Dili gibi gazeteler vasıtasıyla yayılmıştır. Bunun tam tersi
bir şekilde, taşradaki yerleşim birimlerinde oluşan yerel kültür unsurları da
yine aynı gazetelerle merkezi otoritenin bulunduğu yerleşim birimlerine yöneltilmiştir.
Bu bakımdan hem genel kültürün hem de yerel kültürün gelişmesi, biçimlenmesi ve
karşılıklı etkileşime girmesinde bu gazetelerin ciddi katkıları vardır.
Bu
üç gazetenin kültür sanat sayfaları Türk edebiyatı tarihi açısından önemli malzeme
ile doludur. Örneğin, Cumhuriyetin ilk 30 yıllık döneminde Anadolu gazetesi incelenmeden nasıl İzmir’deki edebî ve kültürel
hareketlilik yazılamazsa, benzer bir şekilde Türk Dili gazetesinin edebî içeriği incelenmeden Balıkesir’in Atatürk
ve İnönü dönemine ait edebiyat tarihi eksik kalır. Nitekim bundan birkaç yıl
evvel, Edremit Halkevi ve Edremit
Halkevinde Yapılan Çalışmalar konusunda bir araştırma için Türk Dili gazetesinin 1932-1938 yılları
arasında çıkan nüshalarını taramıştım. Yaptığım taramalarda gazetenin oldukça
zengin bir edebî malzemeyi içerdiğini gördüm. Gazetede pek çok şiir, telif ve
tercüme çok sayıda hikâye ve roman ile tiyatro metinleri tefrika edilmiş, edebî
içerikli anketler, hatıralar ve röportajlar yayımlanmıştır. Söz gelimi Ağustos
1935-Birincikanun 1935 tarihleri arasında çıkan Türk Dili sayılarında Vahdet Başaran adlı bir muharririn Yalvaran Bakışlar[3]
adlı uzun hikâyesi (long story) ile Küçük
Kız başlıklı kısa hikâyesi (short story) tefrika edilmiştir. Aynı tarihler
arasında Vahdet Başaran’ın şiirleri ve röportajları[4] da
neşredilmiştir. Bunlara ilâveten genç yaşta kaybettiğimiz romancı ve
hikâyecimiz İhsan Edip Sayra’nın (d. 1328/1912- öl. 11 Mayıs 1937) Asrî Adam[5]
başlıklı uzun hikâyesi, Kemal Demiray’ın Son
Hatıra[6]
başlıklı tercüme romanı, sinema sanatçısı olarak tanıdığımız Muammer Gözalan’ın
Alev Kamçıları[7]
başlıklı romanı ile çok sayıda hikâye ve tiyatro eseri Türk Dili gazetesinde tefrika edilen ve bizim dikkatimizi çeken
başlıca edebî nitelikli eserlerdir. 5 yıllık süredeki edebî içerik açısından
baktığımızda, Türk Dili’nin edebî eser
neşri bakımından İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerde çıkan refiklerinden
aşağı kalır yanı olmadığı açıkça görülmektedir.
Türk Dili
gazetesi, röportaj ve anket çalışmaları bakımından da zengindir. Gazetede 1935
yılı Ağustos ayında Neler Düşünüyorlar
başlıklı bir anket yayımlanmıştır. Anketi gazetenin o zamanki başyazarı Mehmet
Tuğrul (Kızıltan) yapmıştır. Söz konusu ankete, kronolojik olarak, B. İlhan,
Osman Balkır, Hasan Basri, Ahmet Fehmi, Selahattin Basgan, Hakkı Akay, Mustafa
Seyit Sütüven, Ruhi Naci Sağdıç, Bir Genç, Medi. N., ve Vahdet Başaran
katılmışlardır. Bu isimlerden Ruhi Naci, Hasan Basri ve Mustafa Seyit hakkında
Türkiye’de epeyce bilgi birikimi bulunmaktadır. Fakat B. İlhan, Osman Balkır,
Ahmet Fehmi, Selahattin Basgan, Hakkı Akay, Vahdet Başaran ve Med. N. gibi
isimler, ancak Balıkesir kültür tarihi mütehassıslarının aşina olduğu
isimlerdir ve bu isimler hakkında yeterli bilgiye ulaşmak epeyce zordur.
Her
biri yaşadığı dönemin önde gelen edebiyat ve kültür adamı olan bu isimler,
Mehmet Tuğrul’un edebî meselelerle ilgili sorduğu 8 soruya açık yüreklilikle
cevap vermişlerdir. Mehmet Tuğrul’un anketi ve söz konusu ankete verilen
cevaplar, bir bakıma Türk edebiyatının hem o zamanki hem de bugünkü bazı
meselelerine ışık tutacak düşünceleri ihtiva etmektedir. Şimdi ankete geçelim:
Türk
Dili gazetesinde, edebiyatçılar arasında bir anket yapma düşüncesi 1935 yılının
Temmuz ayında ortaya çıkmıştır. Gazetede yayımlanan 30 Temmuz 1935 tarihli bir
ilandan anlaşıldığına göre[8],
anket Temmuz ayının sonlarında büyük ölçüde tamamlanmış ve sorulara verilen
cevapların neşri karar altına alınmıştır. İlanda, anketi kimin yaptığına dair bir
bilgi yoktur. Anketi gerçekleştiren kişi, isminin yerine iki yıldız rumuzunu kullanmayı tercih etmiştir. Ankette katılımcılara
şu sorular sorulmuştur:
1.
Bugünkü edebiyat hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
2.
Kadının şiirdeki mevki nedir?
3.
Bizden kimleri beğeniyorsunuz; eskileri mi yenileri mi?
4.
Sizce edebiyat terakki mi tedenni mi ediyor?
5.
Sizin için şiir nedir?
6.
Sanat sanat için mi yoksa bir gaye için mi?
7.
Şiir duygu çerçevesinden taşmalı mıdır? Yani düşünceyi ihtiva etmeli midir?
8.
Özdil hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sorulara genel olarak bakıldığında
şöyle bir tabloyla karşı karşıya kalırız: Sorulardan dört tanesi edebiyatın
genel meseleleriyle ilgilidir. Bunlar 1. 3. 4. ve 5. Sorulardır. 2. Soru yani kadının şiirdeki mevkiinin ne olduğu
sorusu temalar tarihi çerçevesinde ele alınmalıdır. 6. ve 7. sorular doğrudan edebiyatın
felsefî kaynaklarıyla ilişkilidir. Son soru ise Türk diline dair yakın geçmişte
devlet eliyle yapılan bir tasarrufun, edebiyatçılar nezdinde yansımalarını
ölçmeye yönelik propaganda içerikli bir sorudur. Bu bakımdan Mehmet Tuğrul’un
anketi, 1930’lu yıllarda yaşayan ve eserlerini bu dönemde veren 13 edebiyat
sanatçısının genel edebiyat, temalar tarihi, edebiyatın felsefî kaynağı ve dil
inkılabına dair görüşlerini ortaya koyacak nitelikte bir çalışmadır.
1. Genel
Edebiyat
Genel edebiyat, edebiyat
araştırıcılığında çok tercih edilen bir terimdir. Bu terim Rene Wellek’in
ifadeleriyle belirtmek gerekirse, başlangıçta,
şiir sanatı veya edebiyat teorisi ve ilkeleri anlamında kullanılmıştır. Son
zamanlarda Paul Van Tieghem onu karşılaştırmalı anlamdan farklı, belli bir
anlamda kullanmaya çalışmıştır. Tieghem’e göre genel edebiyat millî sınırları
aşan edebî akım ve modaları inceleyen[9] bir
sahadır.
Genel edebiyatın sınırlarını kısaca
belirledikten sonra, ankete dönersek, anketteki
ı. Bugünkü
edebiyat hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
ıı.
Bizden kimleri beğeniyorsunuz? Eskileri mi yenileri mi?
ııı.
Sizce edebiyat terakki mi tedenni mi ediyor?
ıv.
Sizin için şiir nedir?
soruları
genel olarak edebiyat teorisi, edebiyatın durumu ve şiir sanatına dair
sorulardır. Yani bu sorular doğrudan genel edebiyat ile ilişkilidir. Acaba
anketörler bu sorulara nasıl cevaplar vermişlerdir?
Ankete ilk cevap veren B. İlhan’a göre,
bugünkü edebiyatımız ulusal bir Türk edebiyatıdır. Fakat bu edebiyat henüz
işleme ve tekâmül devresindedir[10].
Osman Balkır, 1930’lu yıllardaki Türk edebiyatını ucu bucağı belirsiz karma
karışık bir edebiyat olarak nitelerken[11],
Hasan Basri, yaşadığı devrin edebiyatını takip edemediğini belirtip, bir
değerlendirme yapmaktan kaçınmıştır[12]. Genç
edebiyat öğretmeni Ahmet Fehmi, inkılap Türkiye’sinin henüz bir yüksek edebiyat
oluşturamadığı kanaatindedir[13]. Burada
Ahmet Fehmi’nin o zamanın moda tartışmaları olan inkılap edebiyatı kavramına
gönderme yaptığı belirtmek gerekir (bkz. Doktora tezi). Hakkı Akay da
edebiyatımızın bir anarşi içinde olduğunu düşünür. Fakat Hakkı Akay, dil
inkılabının etkilerinin görülmeye başlandığı zamanlarda millî bir edebiyatın
oluşturulmasının beklendiğini belirtir[14].
Mustafa Seyit, edebiyatın her yerde ve her zaman iyi ve güzel olduğu
kanaatindedir. Mustafa Seyit’e göre, çirkin ve kötü düşünce ahlâk ile ilgili
bir meseledir. Mustafa Seyit, edebiyatı sadece edebiyat olarak gören, edebiyatı
ahlâk ile karıştırmayan bir anlayışın temsilcisidir[15].
Ruhi Naci, bu günkü edebiyatın milletin iştihasını doyurmadığını, milleti
tatmin etmediğini, dolayısıyla birçok eksikleri olduğunu düşünmektedir[16]. İsmini
vermek istemeyen bir genç ise, çağın edebiyatını, bir istiareyle modern bir
apartmanla eski biçimde bir konak olarak adlandırmıştır[17].
Medi. N. ise edebiyatı bir orijinalite olarak kabul eder, Türk edebiyatını
yeniliğe doğru giden bir edebiyat olarak görür[18].
Vahdet Başaran, edebiyatın kemiyet bakımından iyi, keyfiyet bakımından ise
belirsiz olduğunu düşünür[19].
Bizden kimleri beğeniyorsunuz sorusu
edebiyat tarihi ile ilgili bir sorudur. Ankete katılan edebiyatçıların bu
soruya verdiği cevap, 1930’lu yıllarda Türk edebiyatı tarihinde hangi yazar ve
şairlerin okunduğunu ve beğenildiğini ortaya koyması bakımından belki bir anlam
ifade edebilirdi. Fakat verilen cevaplar belirgin bir isim üzerinde
yoğunlaşmamaktadır. Eskilerden Nefi ve Yunus Emre yenilerden ise Tevfik Fikret
ve Peyami Safa en çok adı zikredilen isimler olarak dikkati çekmektedir.
Genel edebiyatla ilgili 3. soru olan Sizce edebiyat terakki mi ediyor tedennî mi
sorusuna Ahmet Fehmi, Selahattin Basgan, Hakkı Akay, Mustafa Seyit, Ruhi Naci
ve ismini vermeyen Genç terakki cevabını vermişlerdir. Buna karşılık Osman
Balkır’ın görüşü Türk edebiyatının gerilediği yönündedir. B. İlhan, Hasan
Basri, Medi. N. ve Vahdet Başaran bu soru karşısında kararsız kalmışlardır.
Edebiyatımızın 1930’lu yıllarda terakki mi yoksa tedenni mi ettiği sorusu
kanaatimizce tuzak bir sorudur. Zaten verilen cevaplar da bu tuzağa işaret
etmektedir. Edebiyat bir zevk meselesidir. Eski edebiyatın zevk hükmü ile
yetişen sanatkârlar edebiyatın gerilediği görüşünü benimserken, yeni oluşmaya
başlayan zevki benimsemiş yazar ve şairler ise Türk edebiyatının ilerlediğine
inanmaktadırlar.
Genel edebiyatla ilgili olan son soru Sizin için şiir nedir sorusudur. Şiir
nedir sorusu tarih boyunca pek çok şaire sorulmuştur. Bu soruya farklı fakat çoğu birbirine benzeyen
cevaplar verilmiştir. Edebiyat sanatçıların her zaman sorguladığı şiir nedir sorusuna inkılap edebiyatı
tartışmalarının yapıldığı ve halis şiirle güdümlü edebiyat taraftarlarının
büyük bir mücadele içinde olduğu bir dönemde Balıkesirli şairlerin verdiği
cevaplar da hayli ilginçtir. B. İlhan şiiri bedii
heyecan uyandıran bir fikir, ince duyuş ve deyiş olarak tanımlar[20].
B. İlhan halis şiir görüşünü benimsemiştir. Osman Balkır, şiiri ictimaiyatı terennüm eden düzülü ve düzüsüz
yazıdır şeklinde tanımlar. Osman Balkır’ın görüşü güdümlü şiir anlayışına
örnektir. Millî mücadelenin gizli kahramanlarından Hasan Basri için, şiir, en ince his ve en hakiki benliğimizi
asalet ve hüviyetimizi terennüm eden, feyzini yalnız cemiyetten almakla
kalmayıp fakat daha ziyade cemiyete veren sözdür[21]
. Hasan Basri’nin şiir anlayışında romantik sanat anlayışının izleri vardır.
Ahmet Fehmi, şiir bir musikidir, Fakat
sarîh, açık, âşikâr bir imaj, muhakeme ve mantık ile alâkaları olmayan müphem
bir ifade ve ritm kompozisyonudur[22]
derken, Haşimâne bir yaklaşım, phonecentric/ sesmerkezci bir yaklaşım
benimsemiştir. Selahattin Basgan’a göre şiir heyecanlarımızın ahenktar bir
ifadesiyken[23],
Hakkı Akay ise neredeyse ikinci nesil Tanzimat sanatçısı Recaizade Ekrem Bey’in
Talim-i Edebiyat adlı eserindeki şiir tanımını aynen tekrarlamıştır. Hakkı
Akay’a göre, şiir denince hatıra mevzun
ve mukaffa lakırdı gelir. Halbuki bence her güzel şey şiirdir. Meselâ sabahın
mahmurluğu içinde, güneşin mağrûrâne yükselişi, akşamın sessizliği içinde
güneşin hazin hazin batışı itina ile tarh edilmiş binbir koku ve binbir renkle
bezenmiş bir bahçe, bu fikrin hepsi birer şiirdir[24].
Mustafa Seyit ise son derece kökten bir şiir tanımı yapmıştır. Mustafa Seyit’e
göre şiir, bir bombadır. Şair o bombayı kullanacak biri olarak nitelenir. İşte o bombanın patlamasını seyretmek
şiirdir[25].
Mustafa Seyit’in şiire yönelik bu tanımı şiirin sublimleşmesi, yüceleşmesi veya
yüceleştirilmesi anlayışına yakındır. Felsefî açıdan Kantçı bir tanımlamadır.
Ruhi Naci ilham âleminin diline şiir
denildiği kanaatindeyken[26], bir
diğer anketör ise şiiri tok, erkek, taze
ve güçlü bir şey olarak tanımlar[27].
Medi. N., de, Ahmet Fehmi gibi, şiiri müziğe benzeterek tanımlamıştır. Şairi de
bir kompozitöre benzeten Medi. N.’ye göre şiirde melodi, ritm ve armoni vardır[28].
Vahdet Başaran da şiirin bir duygu işi olduğunu kabul edenler arasında yer
alır.
2. Temalar
Tarihi
Ankette temalar tarihi kapsamında
değerlendirebileceğimiz tek soru vardır. Bu soruda kadının şiirdeki mevkii
sorusudur. Kadın, şiir tarihi boyunca en çok kullanılan şiir malzemelerinden
biridir. Kadın bazen ilâhi sevgili, bazen dünyevî aşkın nesnesi, bazen eş,
bazen anne, bazen hemşire vb. özellikleriyle karşımıza çıkar. Bu bakımdan kadın
problematiği her zaman edebiyatın temel sorgulama meselelerinden birisi
durumundadır. Her devrin kadından beklentileri farklıdır. Ele aldığımız anket
Atatürk dönemi Türk edebiyatının kadına bakışını belirli açılardan yansıtan fikirleri
ihtiva ettiği için önemlidir.
Ankete ilk cevap verenlerden B. İlhan,
kadının Atatürk döneminde sosyal yaşama katılışını vurgular. B. İlhan’a göre
kadın, artık edebiyatımız için bir muamma değildir. Kadın ile erkek toplumda
eşit seviyeye ulaşmıştır; bu eşitlik, edebiyatta da sağlanmalıdır[29].
Osman Balkır, kadının içki gibi bir şeye münhasır mevzulara indirgenmesini
eskilerin konu bulamamasına bağlamak suretiyle, B. İlhan gibi, edebiyatın
kadını erkekle eşit seviyede görmesi gereğini vurgular[30].
Hasan Basri de Türk edebiyatında kadına yönelik geleneksel bakıştan şikâyet
eder. Kadının şairlerimize yâr, cânân,
mahbûbe gibi kelime ve mefhumlarla sermaye olduğunu belirten Hasan Basri, binbir kocadan arta kalan o bunak ve yosma
yari artık Türk edebiyatının boşaması gerektiği düşüncesindedir[31].
Ahmet Fehmi, tecrübeli bir edebiyat öğretmeni edasıyla, divan edebiyatındaki
aşkın gayri tabii bir aşk olduğunu savunur. Ahmet Fehmi’ye göre Divan şairinin
kadına aşkı samimi değildir. Ahmet Fehmi, yeni şiirin kadını olduğu gibi
anlatması kanaatindedir[32].
Selahattin Basgan, edebiyatta kadın erkek mevkii ayrımı yapılmasına karşı
çıkar. Kadını erkekle eşit görme taraftarıdır. Hakkı Akay, edebiyata kadın
meselesine öğretici yarar yönünden bakar. Ona göre kadın bir aşk mevzuu değildir[33].
Mustafa Seyit, şiirde fizyolojik bir kadın olduğu tespitinde bulunduktan sonra,
kadının şiirde cinsel bir obje olarak algılanmasının ileride olumsuz sonuçlar doğurabileceği
kanaatini ileri sürerek, edebiyatta kadın meselesine faklı bir bakış açısı
getirmiştir[34].
Ruhi Naci kadını şiirde bir aşk sujesi olarak tanımanın eskiye ait bir anlayış
olduğunu vurgular ve bugün kadının hayatta yeri neyse edebiyatta yerinin aynı
olduğu düşüncesini ileri sürer[35]. İsimsiz
anketör de kadının şiirde bir suje ve bir sevilen olmasını, yani aşk mevzuu
olmasını arzulamaktadır[36].
Anketin tek kadın katılımcısı olan Medi. N., kadını toplumun bir parçası olarak görür ve şiirde
kadına eskilerin ki gibi değil, toplumun eşit bir üyesi gözüyle bakılmasını
önerir[37]. Vahdet
Başaran, şiirde kadın konusu ile ilgili soruyu yanlış bulur. Ona göre bu soru şiirde aşkın yeri nedir şeklinde
sorulmalıdır. Başaran, kadın konusuna seksapelite açısından bakar. Yani dişinin
erkeğe, erkeğin dişiye karşı bir çekiciliği vardır. Bu çekicilikten dolayı
kadın şiirdeki rolünü daima koruyacaktır.
3.
Edebiyatın
Felsefî Kaynakları
Anketteki iki soru edebiyatın felsefî
kaynaklarıyla ilişkilidir. Bu sorular, sanat
sanat için mi yoksa bir gaye için mi? sorusuyla, şiir duygu çerçevesinden taşmalı mıdır? Yani düşünceyi ihtiva etmeli
midir? sorusudur. Türk edebiyatı araştırmalarındaki yerleşik anlayışa göre,
edebiyat sanatçıları ya halis edebiyat taraftarı ya da güdümlü yani angaje
edebiyat taraftarıdırlar. Biz halis edebiyat taraftarlarının genellikle sanat
sanat içindir görüşünü benimsediklerini, buna karşılık güdümlü, edebiyat taraftarlarının
ise sanat toplum içindir ilkesini benimsediklerini düşünürüz. Halis şiir
taraftarları sanatın hissî yönünü öne çıkarırken, güdümlü edebiyat taraftarları
edebiyatın fikrî yönünü öne çıkarırlar. İkinci sorunun birinci soruyla ilişkisi
şuradan ileri gelir. Şiir duygu çerçevesinde yer almalıdır diyenler şiirle
hislerin anlatıldığını kabul ederler. Bunlar genellikle halis şiir taraftarı
sanatçılardır. Bu sanatçılar sanat sanat içindir ilkesini benimsemişlerdir.
Buna karşılık sanat düşünceyi ihtiva eder diyenler sanatla belirli siyasal,
dini, ahlaki ve ideolojik fikirlerin aktarılabileceğini düşünmektedirler.
Böylece şiirle toplumun yönlendirilebileceğini kabul ederler ve onlara göre sanat
toplum içindir. Bu açıdan bakıldığında Mehmet Tuğrul’un anketi, bir yandan
sanattan yarar umanlarla, sanatı bir zevk aracı olarak görenleri ayırmayı
amaçlarken, öte yandan şiiri duygu ürünü olarak görenlerle şiiri aklî görenleri
ayırt etmeyi amaçlamıştır.
Genelde
sanattan özelde şiirden yarar uman görüş 18. Yüzyıl aydınlanma çağı
filozoflarının görüşüdür. Bu görüş bizde Tanzimat’ın birinci nesli olan Namık
Kemal-Şinasi mektebinin kabul edip benimsediği bir düşünüş biçimidir.
Türk Dilindeki ankete bakılırsa, sanatı toplum için görüp sanattan yarar uman
isimler Osman Balkır, Hasan Basri ve Hakkı Akay’dır. Özellikle Hasan Basri, faydası olmayan sanat yerin dibine batsın
diyerek sanatın sosyal yarar işlevini ikinci plana atanları ağır bir dille
eleştirir. Yani Osman Balkır, Hasan Basri ve Hakkı Akay sanata bakışta
özne-nesne ayniyetini esas alan rasyonalist bir felsefî düşünceyi
benimsemişlerdir. Bunlar Yahya Kemâl’in ifadesiyle sanatla ictimai meselelerin
aktarılması kanaatindedirler.
Şiir
sadece şiirdir, şiirde şiirden başka bir şey aramamak gerekir. Amerikalı şair
ve eleştirmen T. S. Eliot’un şiire yönelik bu tutumu sanatın gayesi bizzat
kendisidir görüşüyle eşdeğer bir tutumdur. Klasik Türk şiirinde büyük ölçüde
benimsenen bu tutum, 1930’lu yılların Balıkesirli şair ve yazarları tarafından
da benimsenmiştir. Nitekim, anketten anladığımız kadarıyla, B.
İlhan, Ahmet Fehmi, Selahattin Basgan, Ruhi Naci sanatın gayesinin bizzat
kendisi olduğu kanaatindedirler. Onların bu tutumu her türlü yönlendirmeye
rağmen, şiirin partisine şiir dışı unsurları kabul etmemek gerektiğini
düşünenlerin Balıkesir’de yalnız olmadıklarını ortaya koymaktadır. Yukarıdaki
isimler aynı zamanda şiiri duygu işi olarak görmüşlerdir.
Sanat anlayışı bakımından üçüncü bir
gruptan daha söz etmek gerekir. Bu grup sanatı muhteva ile ifadenin, his ile
fikrin uyumu olarak kabul eder. Türk edebiyatında şiiri mana ile ifadenin uyumu
kabul eden Muallim Naci’nin izini takip eden bu partinin Mustafa Seyit, Medi.
N. Ve Bir Genç üyesidir.
Anketteki son soru Öz Dil hakkındaki
düşüncelerdir. Bu soru dönemin tek partisinin benimsemiş olduğu dilde özleşme
tartışmaların yoğunlaştığı, devlet eliyle dilin sadeleştirilmeye çalışıldığı
bir dönemde sorulmuştur. Bu soruya o dönemde sadeleşme karşıtı bir tavırla
cevap vermek, dil inkılabına karşı olmakla eş değerdir. Ankete katılanlardan
hiç biri buna cesaret edememiştir.
Sonuç olarak, Türk Dili’nin anketine katılan yazarların görüşlerine bakılırsa,
1930’lu yıllardaki Türk edebiyatı, karmaşık, ulusallaşmaya doğru giden, inkılap
Türkiye’sinin karakteristik niteliklerini anlatmayı amaçlamış, güzelin peşinde
olan, bununla beraber henüz milletin edebiyat iştihasını doyurmaktan uzak,
orijinalite arayan, keyfiyetçe fazla, kemiyetçe eksik bir edebiyattır.
Yazarların Türk edebiyatı tarihinde belirgin bir ismi öne çıkarmadıkları
görülür. Yunus Emre ve Peyami Safa en çok adından söz edilen isimlerdir. Bu iki
ismin özellikle zikredilmesi, edebiyatta memlekete dönüşe işaret ederken,
ankete katılan sanatçıların yüksek edebiyatı tercih etmeye eğilimli olduklarını
da ortaya koymaktadır. 1930lu yılları temsil eden Balıkesirli sanatçılar Türk
edebiyatının ilerleyip ilerlemediği konusunda kararsız kalmışlardır. Daha çok
fonosentrik bir şiir anlayışını öne çıkaran katılımcılar, şiirde ağırlıklı olarak
haşimâne bir üslubu benimsemişlerdir. Fakat şiirde inkılap edebiyatı
taraftarları azımsanmayacak derecede fazladır.
İnkılap edebiyatının Anadolu insanına
bakışı ve Atatürk döneminin millî romantizm anlayışı kadına bakışta da
kendisini hissettirir. Ankete katılan şair ve yazarlar ağırlıklı olarak
edebiyatta kadın-erkek eşitliği üzerinde durmuşlardır. Bu durum Atatürk
döneminin millî romantizm anlayışının etkisi ile açıklanabilir. Eski dönemin,
kadını bir aşk mevzuu, ilahi aşk sujesi olarak gören ve kadını pasifleştiren
anlayışına, ankete katılanlar, düşünce düzeyinde karşı çıkmıştır. Buna karşılık
Mustafa Seyit, Vahdet Başaran, Ruhi Naci gibi isimler şiirde kadın meselesine
seksapelite, cinsel obje açılarından bakmaktadırlar. Kadına yönelik bu tutum
ağırlıklı olarak İnönü dönemi Türk şiirinde görülen bir özelliktir. Fakat anketten
anladığımız kadarıyla, Atatürk döneminin son yıllarında da kadın yeniden bir
aşk öğesi, bir cinsel obje hâline dönüşmeye başlamıştır. Bilhassa kadın
vücudunun bir şiir nesnesi olarak vurgulanması, bu dönemde Türk edebiyatındaki
değişim ve dönüşümün başladığını ortaya koymaktadır.
Hasan Basri, Hakkı Akay ve Osman Balkır
edebiyatta sosyal fayda, didaktik yarar ölçütünü ilke olarak benimsemişlerdir.
Bu isimleri 18. Yüzyıl Avrupa aydınlanma çağı rasyonalizminin temsilcileri
olarak kabul etmek mümkündür. Bu açıdan bakıldığında söz konusu isimler,
edebiyata yüklenen işlevde, Tanzimat’ın birinci neslinin anlayışının ötesine
geçememişlerdir. Bu tutum onların özellikle Birinci Dünya Savaşını ve İstiklal
harbini görmeleri ve bu savaşlara fiilen katılmalarıyla açıklanabilir. Bunlar
sanat ve edebiyatta muhteva düzeyine, yani kavrama veya işaretlenene ağırlık
vermişlerdir: Hegelci estetik.
B. İlhan, Ahmet Fehmi, Selahattin
Basgan, Ruhi Naci gibi isimler, sanata ve edebiyata çıkar gözetmeyen temaşa anlayışıyla
bakma eğilimindedir. Onlar sanatı belirli bir amaç gözeterek
değerlendirmemişler, sanatın amacının sadece sanat olduğu görüşünü
benimsemişlerdir. Daha doğrusu şiirin davetli olduğu bir partiye şiir dışı
unsurları sokmamaya özen göstermişlerdir. Kısaca bu grup, modern
semiyotikçilerin ifade düzeyi diye belirttikleri düzeye, yani işaretleyene önem
vermişlerdir: Kantçı estetik.
Sanat anlayışı bakımından üçüncü bir
gruptan daha söz etmek gerekir. Bu grup, edebiyatı, söz ile mananın, muhteva
ile ifadenin, his ile fikrin uyumu olarak kabul eder. Modern Türk edebiyatının
bu anlayışı Muallim Naci ve Naci’nin takipçileri temsil eder. Şiirde söz ve
mana uyumu partisinin 1935’te Balıkesir’de yaşayan üyeleri Mustafa Seyit, Medi.
N. Ve Bir Genç gibi isimlerdir. Kısaca, felsefî bakımdan modern Türk
edebiyatında Tanzimat’la birlikte başlayan üçlü gelişim seyri, Atatürk
döneminde Balıkesir edebiyat çevrelerinde de temsilcilerini bulmuştur.
[1] Abdullah
Yurdakök (1992), Balıkesir Basın Tarihi, ss. 115-132.
[2] Haydar
Rüştü Öktem ve Anadolu gazeetsinin yayın macerası için bk. Ömer Faruk HUYUGÜZEL
(2000), Haydar Rüştü Öktem, İzmir Fikir ve Sanat Adamları (1850-1950), Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara, ss. 216-221.
[3] İlk
tefrika için bk. Vahdet Başaran, Yalvaran Bakışlar, Türk Dili, nr. 9722, 13
Ağustos 1935.
[4]
Vahdet Başaran, Vahdet Başaran
Söylüyor (Röportaj), Türk Dili, nr. 9725, 16 Ağustos 1935.
[5] Bk.
İhsan Edip, Asrî Adam, Türk Dili, nr. 10157, 3 Şubat 1937.
[6] Bk.
Kemal Demiray, Türk Dili, nr. 3753, 11 İkincikanun 1938.
[7] Bk. Türk
Dili, nr. 10115, 1 Mayıs 1937.
[8] Bk. İki
Yıldız, Neler Düşünüyorlar, Türk Dili, nr. 9710, 30 Temmuz 1935.
[9] Bk. Réne
Wellek, Edebiyat Teorisi (çev. Ömer Faruk HUYUGÜZEL), Akademi Kitabevi, İzmir:
1993, S.34.
[10] Bk. B.
İlhan, Her İnce Duruş Bir Şiirdir, Türk Dili, nr. 9711, 31 Temmuz 1935.
[11] Osman
Balkır, Edebiyatta Herkes Bir Yol Tutturmuş, Türk Dili, nr. 9712, 1 Ağustos
1935.
[12] Hasan
Basri, Bizde Şiir Demek Kadın Demektir, Türk Dili, nr. 9713, 2 Ağustos 1934.
[13] Ahmet
Fehmi, Türk Dili, nr. 9714, 3 Ağustos 1935.
[14] Hakkı
Akay, İnce Her Güzel Şey Bir Şiirdir, Türk Dili, nr. 9718, 8 Ağustos 1935.
[15] Mustafa
Seyit Sütüven, Mustafa Seyit’ten, Türk Dili, nr. 9719, 9 Ağustos 1935.
[16] Ruhi
Naci Sağdıç, Ruhi Naci Söylüyor, Türk Dili, nr. 9723, 14 Ağustos 1935.
[17] İki
Yıldız, Bir Gencin Cevabı, Türk Dili, nr. 9724, 15 Ağustos 1935.
[18] İki
Yıldız, İki Bayanın Söyledikleri, Türk Dili, nr. 9725, 16 Ağustos 1935.
[19] İki
Yıldız, Vahdet Başaran Söylüyor, Türk Dili, nr. 9725, 16 Ağustos 1935.
[20] B.
İlhan, Her İnce Duyuş Bir Şiirdir, Türk Dili, nr. 9711, 31 Temmuz 1935.
[21] Hasan
Basri, Bizde Şiir Demek Kadın Demektir, Türk Dili, nr. 9713, 2 Ağustos 1935.
[22] Ahmet
Fehmi, Nesrin Günahı Ne Ki Ona Ait Olan Bir Şeyi Şiirin Sırtına Yüklemeye
Çalışıyoruz, Türk Dili, nr. 9715, 4 Ağustos 1935.
[23]
Selahattin Basgan, Sanatın Gayesi Hayattır, Türk Dili, nr. 9716, 6 Ağustos
1935.
[24] Hasan
Akay, İnce Her Güzel Şey Bir Şiirdir, Türk Dili, nr. 9718, 8 Ağustos 1935.
[25] Mustafa
Seyit, Şair Mustafa Seyit’ten, Türk Dili, nr. 9719, 9 Ağustos 1935.
[26] Ruhi
Naci, Ruhi Naci Söylüyor, Türk Dili, nr. 9723, 14 Ağustos 1935.
[27] İki
Yıldız, Bir Gencin Cevabı, Türk Dili, nr. 9724, 15 Ağustos 1935.
[28] Medi.
N., İki Bayanın Söyledikleri, Türk Dili, nr. 9725, 16 Ağustos 1935.
[29] B.
İlhan, age.
[30] Osman
Balkır, age.
[31] Hasan
Basri, Bizde şiir Demek Kadın Demektir, Türk Dili, nr. 9713, 2 Ağustos 1935.
[32] Ahmet
Fehmi, Şu Muhakkak ki Kadın Edebiyat ve Sanat Mekteplerinde Yüksek Mevkiini
Muhafaza Edecektir, Türk Dili, nr. 9714, 3 Ağustos 1935.
[33] Hasan
Akay, İnce Her Güzel Şey Bir Şiirdir, Türk Dili, nr. 9718, 8 Ağustos 1935.
[34] Mustaaf
Seyit, Şair Mustafa Seyit’ten, Türk Dili, nr. 9719, 9 Ağustos 1935.
[35] Ruhi
Naci, Ruhi Naci Söylüyor, Türk Dili, nr. 9723, 14 Ağustos 1935.
[36] Bir
Genci Cevabı, Türk Dili, nr. 9724, 15 Ağustos 1935.
[37] Medi.,
N. İki Bayanın Söyledikleri, Türk Dili, nr. 9725, 16 Ağustos 1935.
Yorumlar
Yorum Gönder