SABAHATTİN ALİ DAVASI VE BU DAVANIN İZMİR BASININA YANSIMALARI
Akademik Kaynak, nr. 7/8, Haziran/Aralık 2016
Makalenin PDF metnine aşağıdaki adreste ulaşılabilir
http://dergipark.gov.tr/akad/issue/27235
ÖZET
Sabahattin
Ali, 25 Nisan 1907’de doğmuş ve pek çok kaynağa göre, 2 Nisan 1948’de
Türkiye-Bulgaristan sınırında ölmüştür. Yazar, özellikle Atatürk ve İnönü
dönemi Türk edebiyatının önemli isimlerinden birisidir. Sabahattin Ali, şüpheli
bir şekilde öldürülmüştür. Onun ölümü, 1970’li yıllardan itibaren pek çok
kişinin dikkatini çekmiş, bu trajik ölümdeki esrar perdesi kaldırılmaya
çalışılmıştır. Kemal Bayram Çukurkavaklı başta olmak üzere, Reşit Ertüzün,
Hıfzı Topuz, Alpay Kabacalı gibi araştırmacılar, Sabahattin Ali’nin ölümünü
araştırmışlar ve bu çalışmalarını yayımlamışlardır. Bunların dışında yazarın
ölümüne dair pek çok makale yazılmış, bu olayı anlatan belgesel ve filmler
çekilmiştir. Bu kadar araştırma ve çalışma olmasına rağmen, Sabahattin Ali’nin
ölümü üzerindeki esrar perdesi hâlâ tam olarak kaldırılamamıştır. Bu makalede,
Sabahattin Ali’in ölümü, Sabahattin Ali Davası ve bu davanın İzmir basınına
yansımaları ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Sabahattin
Ali, İzmir Basını, Atatürk dönemi, yazarın ölümü
Abstract
SABAHATTIN ALI CASE AND THE
REFLECTIONS ON THE TRİAL IN IZMİR PRESS
Sabahattin
Ali, a famous Turkish author, was born on April 25, 1908 and died on 2 April
1948 at the Turkey-Bulgaria border many sources. He is one of the most
important names of Turkish literature in the Republic period, especially
Atatürk and Inönü Period (1923-1950). Sabahattin Ali was killed in a suspicious
manner in 1948. After 1970, many researchers such as Kemal Bayram Çukurkavaklı,
Reşit Ertüzün, Hıfzı Topuz, Alpay Kabacalı has interested in his death and has
tried to determenine the cause of this tragic death. In addition to this, many
papers has published and has made films and documentaries about Sabahattin
Ali’s death since 1970 in Turkey. In spite of the books, papers, films and
documentaries, the cause of author’s death is stil not resolved. In this paper,
Sabahattin Ali’s Case, the development of this trial and the cause of the
author’s death has been reevaluated consirering newspapers in Izmir published.
Key
words: Sabahattin Ali, Izmir Press, Ataturk Period,
death of author
Sabahattin
Ali, 25 Nisan 1907’de doğmuş ve pek çok kaynağa göre, 2 Nisan 1948’de
Türkiye-Bulgaristan sınırında katledilmiş, Cumhuriyet dönemi; özellikle Atatürk
ve İnönü dönemi Türk edebiyatının Hegelci-Marksist isimlerinden birisidir. Sabahattin
Ali, şüpheli bir şekilde öldürülmüştür. Onun ölümü, ilk zamanlarda olmasa bile,
1970’li yıllardan itibaren pek çok kişinin dikkatini çekmiş, bu trajik ölümdeki
esrar perdesi kaldırılmaya çalışılmıştır. Kemal Bayram Çukurkavaklı başta olmak
üzere, Reşit Ertüzün, Hıfzı Topuz, Alpay Kabacalı gibi isimler, Sabahattin
Ali’nin ölümü konusunu ele alan kapsamlı araştırmalar yapmışlar, kitaplar
yayımlamışlardır. Bunların dışında yazarın ölümüne dair pek çok makale
yazılmış, bu olayı anlatan belgesel ve film çekilmiştir. Bu kadar araştırma ve
çalışma olmasına rağmen, Sabahattin Ali’nin ölümü üzerindeki esrar perdesi hâlâ
tam olarak kaldırılamamıştır.
Sabahattin
Ali’nin öldürülmesi davası ile ilgili haberlerden, yorumlardan, spekülasyonlardan
anladığımız kadarıyla, Sabahattin Ali siyasi bir suikasta maruz kalmıştır. Yazarın
öldürülme düşüncesi, elbette katil zanlısı Ali Ertekin’in tek başına verdiği
bir karar değildir. Sabahattin Ali, neresinden bakılırsa bakılsın siyasi
görüşünden ve ideolojisinden dolayı öldürülmüştür. Benim bu konuşmada amacım, edebiyat
tarihimizde Sabahattin Ali davası olarak bilinen bu cinayetin İzmir basınına
nasıl yansıdığını ele almak, böylece Sabahattin Ali Davasını o günkü şartlar
altında İzmir kamuoyuna nasıl yansıdığını tespit etmektir. Fakat Sabahattin Ali
davasının İzmir’e yansımalarına geçmeden önce, Sabahattin Ali’nin ölümüne kadar
geçen süredeki edebiyatımızdaki siyasi cinayetleri kısaca özetlemek, ardından
Sabahattin Ali’nin nasıl yavaş yavaş ölüme gönderildiğini ortaya koymak,
nihayet Sabahattin Ali Davasının İzmir Basınına nasıl yansıdığını değerlendirmek
gerekir. Konuşmamı yaparken, Sabahattin Ali’nin kızı sayın Filiz Ali
Hanımefendi’nin eski acılarını yeniden hatırlatacağım için üzgün olduğumu hasseten
belirtmek isterim.
Gazeteci
ve yazarların siyasi görüşlerinden ve ideolojilerinden dolayı
cezalandırılmaları modern tarihimizin yabancısı olmadığı bir durumdur. Daha
Tanzimat’tan itibaren gazeteci ve yazarlar, memuriyetten el çektirme, sürgün,
mecburi ikamet, kalebentlik, hapis, öldürülme gibi çeşitli cezalar almışlardır.
Bu cezaların önemli bir kısmı doğrudan mahkemeler kanalıyla verilmektedir. Buna
karşılık bazı cezalar, mahkeme kararı olmadan, durumdan vazife çıkaran sözüm
ona vatanseverler ve iktidar yanlılarınca infaz edilmiştir. Örneğin, Osmanlı
devletinde özel Türkçe gazeteciliğin ilk başladığı yıllarda Tasvir-i Efkâr gazetesindeki
yazılarından dolayı, Ali Suavi’nin tutuklandığını ve hapsedildiğini biliyoruz[1].
Ebuzziya Tevfik, Ali Suavi’nin tutuklanmasını ve ardından Kastamonu’ya sürgüne
gönderilmesini 29 Şubat 1867 tarihinde çıkan Kararname-i Ali’ye dayandırmaktadır. Kararname-i Âli, Âli Paşa’nın sadrazamlığı zamanında hazırlanmıştır.
Bu kararname, Türk basınını, bir süre için sınırlanmamış bir ölçü ile bir takım
kayıt ve şartlar altına almış olan metindir. Kararname-i Âli, yayımlandığı
tarihten itibaren pek çok gazeteci ve yazarın cezalandırılması için yasal kılıf
olarak kullanılmıştır[2].
Gazeteci
ve edebiyatçılar, daha başlangıcından itibaren genellikle iktidar karşıtı tutum
almalarından veya ideolojilerinden dolayı cezalandırılmaktadır. Bu durum, 13
Nisan 1867’de İstanbul’da Coruier de Orient gazetesinin idarehanesinde kurulan
Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin kuruluşundan beri değişmemiştir. Yeni Osmanlılar
Cemiyeti, modern Türk tarihinde hükümetin icraatları aleyhine kurulmuş ilk
muhalif kurumdur. Cemiyetin varlığından hükümet kısa sürede haberdar olmuştur. Namık
Kemal ve Şinasi başta olmak üzere, cemiyet üyeleri de ceza alma korkusuyla
Avrupa’ya kaçmak zorunda kalmışlardır. Padişah II. Abdülaziz döneminde de
gazeteci ve yazarlara benzer cezalar verilmiştir. Bu dönemde Namık Kemâl,
Ebuzziya Tevfik ve Ahmet Mithat Efendi padişah aleyhine faaliyette
bulunduklarından dolayı, hapis ve sürgünle cezalandırılmış, kimi Rodos’a, kimi
Kıbrıs’a gönderilmiştir. 1876-1909 yılları arasında 33 yıl hüküm süren II. Abdülhamit
döneminde ise gazeteci ve yazarlara yönelik baskı daha da artmıştır. Özellikle
1901-1908 yılları arasında Türk edebiyat dünyası, baskı yüzünden neredeyse
tamamen susmak zorunda kalmıştır. 1901’de Balıkesirliler olarak yakından
tanıdığımız Balıkesirli şair, gazeteci ve araştırmacı Müstecabizade İsmet’in
haksız yere Midilli’ye kalebent olarak sürgüne gönderildiği ve üç buçuk yılını
Midilli kalesinde hapisle geçirdiği bilinmektedir. Aynı dönemde İzmirli ilk
Türk avukat olan Hizmet ve Ahenk gazetelerinin kurucuları arasında
yer alan Tevfik Nevzat, yazıları ve hükümete olan muhalefetinden dolayı Adana’ya
sürgüne gönderilmiş, hapsedilmiş hatta burada katledilmiştir. Bunlara ilaveten
yine II. Abdülhamit döneminde Peyami Safa’nın babası İsmail Safa, Sivas’a
sürgün edilmiş ve sürgündeyken ölmüştür. Yine Abdülhamit döneminde Cumhuriyet
gazetesinin kurucusu Yunus Nadi, Bodrum Kalesine sürülmüştür. Ziya Gökalp, önce
hapsedilmiş, ardından Diyarbakır’a mecburi ikamete gönderilmiştir. Bu bakımdan
ikinci Abdülhamit dönemi gazeteci ve yazarlar için hiç de elverişli bir dönem değildir.
Gazeteci
ve yazarlara yönelik benzer cezalar Meşrutiyet döneminde de devam etmiştir.
Gazeteci Ahmet Samim Bey, sırf Hüseyin Cahit’e benziyor diye 1913 (?)’te
öldürülmüştür. Peyam gazetesi sahibi Ali Kemâl ise İzmit’te linç edilmiştir. Cumhuriyetin
ilk yıllarında Hüseyin Cahit, Cenap Şahabettin, Halide Edip, Dr. Rıza Nur,
Hikmet Kıvılcım, Nazım Hikmet, Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel, Arif Oruç gibi daha
adını sayamadığımız pek çok gazeteci yazar ve entelektüellerimiz hapis, sürgün,
mecburi ikamet gibi çeşitli cezalara maruz kalmışlardır.
Atatürk’ün
ölümünden sonra özellikle 1940-1950 yılları arasında da gazeteci ve yazarlara
yönelik cezalandırmalar devam etmiştir. İnönü döneminde özellikle onurlu ve
kişilikli gazeteci ve yazarlar, hükümete muhalefetten ziyade, sürekli değişen
siyasal konjuktüre ayak uyduramadıklarından, daha doğrusu dönek olmadıklarından,
dik durduklarından çeşitli cezalara maruz kalmışlardır. İnönü döneminde en ağır
cefayı çeken ve cezayı alan isim kuşkusuz Sabahattin Ali’dir.
Sabahattin
Ali’yi önce memuriyetten mene, ardından hapse, sürgüne ve nihayet ölüme götüren
başlıca sebepler nelerdir? Ya da Sabahattin Ali ne yapmış da bu kadar büyük
cezalara maruz kalmıştır? Sabahattin Âli’nin kanaatimce hiçbir suçu yoktur. O,
yaşadığı dönemin şartlarından, çıkardığı gazetelerde ileri sürdüğü fikirlerinden
dolayı cezalandırılmıştır. Peki Sabahattin Ali’nin yaşadığı dönem nasıl bir
dönemdi?
Bilindiği
gibi, 1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya saldırmasıyla İkinci Dünya Savaşı
başladı. Savaş, 1944’te Japonya’nın teslim olmasıyla sona erdi. Yaklaşık beş
yıl süren II. Dünya Savaşından sonra, dünya Stalinist blok ile Batı bloğu olmak
üzere iki kutba ayrıldı. İki kutuplu dünya içinde İsmet Paşa liderliğindeki
Türkiye, özellikle 1945’ten sonra Amerikan yanlısı bir politika izledi. Bu
arada Stalin liderliğindeki Sovyet Rusya güçlendi; Doğu Avrupa’yı işgale başladı.
1947’den itibaren Stalin Batum-Kars-Aradahan’ı Türkiye’den istedi. Böylece
Sovyet-Rusya Türkiye’yi doğrudan tehdit etti. Bu tehdide karşı Türkiye Amerika’ya
yöneldi. Truman doktriniyle başlayan bu süreç, önce Marshal yardımı, ardından
Kore’ye asker gönderilmesi ve nihayet Türkiye’nin NATO’ya girişiyle sona erdi. Bu
arada Türkiye’de iktidar değişti. CHP iktidarı, yerini Celal Bayar liderliğinde
Demokrat Parti iktidarına bıraktı. İşte yazar Sabahattin Ali’nin katli ve dava
süreci tam da bu değişim ve dönüşüm dönemine denk gelmektedir. Bu bakımdan Sabahattin
Ali’yi manen ölüme götüren süreç çok daha önce başlamıştır. Bilhassa 1945’ten
sonra Hegelci-Marksist dünya görüşünü benimseyen Türk aydınları üzerinde baskı
tedricen arttı. 1945-1950 yılları arasında Hegelci-Marksist dünya görüşünü
benimseyen aydınlar, zor koşullarda da olsa çeşitli dergi ve gazeteler
yayımladılar. İşte Sabahattin Ali’nin katledilmesini Türkiye’nin eksenindeki
dönüşüm ile bu dönüşüme zıt olan Hegelci Marksist içerikli gazete ve dergilerin
çıkışı ve kapanış süreçlerinde aramak gerekir. Bu yayın organlarının en
önemlileri Tan gazetesi, Marko Paşa ve Marko Paşa’nın devamı olan dergiler ve nihayet Zincirli Hürriyet gazetesidir. İlk olara Tan Gazetesi olayına
bakalım.
1.Tan
Gazetesi Olayı:
Tan gazetesi II. Dünya Savaşı
yıllarında Zekeriya Sertel ve eşi Sabiha Sertel tarafından çıkarılan sol
eğilimli günlük bir gazeteydi. Gazete Hegelci-Marksist bir düşünceyi
benimsemişti. Gazetenin içeriğinden ve yayınlarından rahatsız olan çok sayıda
üniversite öğrencisi 4 Aralık 1945 günü, önce İstanbul Üniversitesi önünde,
daha sonra Tan gazetesi önünde
gazetenin yayın politikasını eleştiren bir gösteri düzenlediler; ardından komünistlere ölüm nidalarıyla gazeteyi
ve Tan Matbaasını tahrip ettiler. Çıkan olaylarda gazetenin yazarlarından eski
Hariciye Nazırı Tevfik Rüştü Aras, Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel ve Nail
Çakırhan temel hedef hâline geldi. Zaten gazetenin sahibi Zekeriya Sertel,
Sabiha Sertel ve Nail Çakırhan hakkında yazılarından dolayı açılmış davalar
vardı ve söz konusu yazarlar TCK’nın 159. Ve 173. Maddelerinden
yargılanıyorlardı. Bu arada Tan
gazetesi baskınına Süleyman Demirel, İlhan Selçuk, Ali İhsan Göğüş ve Celadet
Moralıgil gibi ilginç isimlerin katıldığını hatırlatmak gerekir.
2.
Marko Paşa ve Devamı Dergiler:
Sabahattin Ali’yi ölüme götüren ya da en azından belirli bir kesimin gözünde
onu sözüm ona suçlu ve hain gösteren en önemli olay, 25 Kasım 1946 Pazartesi
günü ilk sayısı çıkan Marko Paşa
gazetesidir. Haftalık siyasi mizah gazetesi olarak yayımlanan Marko Paşa’nın sahibi ve yazı işleri
Müdürü Sabahattin Ali’dir. Derginin ilk sayıları Sertellerin sahibi olduğu Tan
Matbaasında basılmıştır[3]. Gazete
Marko Paşa adıyla, 26 Ekim 1947
yılına kadar 35 sayı yayımlanmıştır. Daha sonra hükümet tarafından yayını
durdurulan ve kapatılan Marko Paşa
gazetesi, Merhum Paşa, , Malum Paşa, Ali
Baba, Yedi Sekiz Paşa, Bizim Paşa, Hür Marko Paşa gibi adlarla yayımını Şubat
1949’a kadar sürdürmüştür. Daha doğrusu Marko
Paşa Sabahattin Ali kaçıp, öldürüldükten sonra bile çeşitli adlarla
yayımını sürdürmeye çalışmıştır. Gazetenin adında bu kadar çok değişmesi,
çeşitli gerekçeler ileri sürülerek gazetenin toplatılmasından, yayımının durdurulmasından,
yazarlarının ve sahiplerinin çeşitli şekillerde cezalandırılmasından ileri
gelmektedir. Örneğin 4 Ocak 1949’da
çıkan bir haberde, Marko Paşa’nın son
nüshasında suç mahiyetinde bazı yayınlar yapıldığı gerekçesiyle toplattırıldığı
haber verilmektedir[4].
Marko Paşa’nın kapatılmasından sonra gazete
Hür Marko Paşa adıyla çıkmaya
başlamış, bu defa gazetenin yazarlarından Orhan Erkip ve Rıfat Ilgaz
yazılarında Cumhurbaşkanına hakarette bulunduğu gerekçesiyle, TCK’nın 158. Ve
159. Maddelerinden tutuklanarak yargılanmışlardır[5]. Marko Paşa serisinde yayımlanan gazetede
başta Sabahattin Ali olmak üzere, Rıfat Ilgaz, Müstecabizade Esat Adil, Orhan
Erkip, Aziz Nesin, Mücap Ofluoğlu, Mustafa Uykusuz gibi isimlerin yazıları
vardır. Gazetenin faaliyette olduğu dönemde söz konusu isimlerin hemen hepsi
takip edilmiş, mahkemeye çıkarılmış ve uydurma suçlara çeşitli cezalara maruz
kalmışlardır. Örneğin Aziz Nesin, Marko Paşa’da hükümetin manevi şahsiyetini
tahkir edici yazılarından dolayı 1949 yılı yaz aylarında mahkum edilmiştir. Bir
buçuk ay kaçak olarak yaşayan ve parklarda ve sabahçı kahvelerinde günlerini
geçiren Aziz Nesin, 10 Ekim 1949 pazartesi günü Kadıköy’de bir meyhanede
yakalanmış ve tutuklanmıştır[6].
Aynı yıllarda Sabahattin Ali’nin tutuklanmasına ve baskı altına alınmasında bir
diğer sebep de Zincirli Hürriyet gazetesidir.
3.
Hür ve Zincirli Hürriyet Gazeteleri: Hür ve Zincirli Hürriyet gazeteleri Devletler
Hukuku doçenti Mehmet Ali Aybar tarafından çıkarılan Hegelci-Marksist çizgide
yayın yapan iki yayın organıdır. Mehmet Ali Aybar, 1 Şubat 1947’de Fikri Hür, İrfanı Hür, Vicdanı Hür alt
başlığıyla, İstanbul’da haftalık Hür
gazetesini yayımlamaya başlar. Gazetede Mehmet Ali Aybar’ın yanı sıra Cevdet
Kudret, Oktay Rıfat, Şerif Hulusi ve Orhan Veli’nin de yazıları
yayımlanmıştır. Gazetede CHP faşistlikle
suçlanır, Demokrat Parti ise izinli demokrat olmakla eleştirilir. Bunun üzerine
Hür gazetesi İstanbul Sıkıyönetim
idaresince tatil edilir[7]. Hür’ün
kapatılması üzerine, Mehmet Ali Aybar, gazetesini Zincirli Hürriyet adıyla İzmir’de yayımlamaya başlar. 19 Nisan
1947’de gazetenin İzmir’deki bürosu da Tan
gazetesi gibi tahrip edilip yağmalanır ve Zincirli
Hürriyet kapanmak zorunda kalır. 5 Nisan 1948’de İstanbul’da yeniden yayım
hayatına başlayan Zincirli Hürriyet’te
Sabahattin Ali’nin Asıl Büyük Tehlike
Bugünkü Ehliyetsiz İktidarın Devamıdır başlıklı yazısı ile Dosta Düşmana Beyanname başlıklı
yazıları yayımlanmıştır. Sabahattin Ali’nin bu iki yazısın içeriği yüzünden Zincirli Hürriyet hakkında ceza davası
açılır, gazete tatil edilir ve bir daha çıkmaz. Zincirli Hürriyet’te çıkan yukarıdaki yazı, aynı zamanda Sabahattin Ali’nin
sağlığındayken yayımlanmış son yazısıdır. Bütün bunlardan sonra, Sabahattin
Ali, baskılardan dolayı Türkiye’de yaşam alanı bulamayacağını düşünmüştür. Bu
düşünce sonucunda, düşünce ve ideallerine uygun bir yaşam alanı bulabilmek,
daha iyi şartlarda yaşayabilmek ve fikirlerini yayabilmek gayesiyle Sovyet
Rusya’ya kaçmayı planlamış olmalıdır.
Nitekim
Sabahattin Ali 1948 yılı Mart ayında kaçmaya karar vermiş; fakat amacına ulaşamadan
yolda öldürülmüştür. Bütün kaynaklar, Sabahattin Ali’nin 2 Nisan 1948’de
öldürüldüğü konusunda fikir birliği içindedir. Buna karşılık yazarın ölümüyle
ilgili 1948 yılı içinde İzmir basınından herhangi bir haber çıkmamıştır.
Yazarın ölümü Türkiye’nin ve İzmir kamuoyunun gündemine ancak 1949 yılı Ocak
ayının ilk günlerinde girmiştir. İzmir’de o zaman pek çok gazete ve dergi
yayımlanıyordu. Fakat hepsini taramamız şimdilik mümkün olmadığından dolayı, bu
çalışmada, iktidar yanlısı Haydar Rüştü Öktem’in Anadolu gazetesi ile muhalif bir çizgi takip eden Mehmet Sırrı
Sanlı’nın Halkın Sesi gazetesi
taranmış ve bu gazetelerde Sabahattin Ali’nin ölümü ve Sabahattin davasına dair
haberler incelenmiştir.
Anadolu ve Halkın Sesi gazetelerinde Sabahattin Ali’nin öldürülmesiyle ilgili
haberler, yazarın ölümünden yaklaşık bir sene sonra çıkmaya başlar. Bu konuda
rastladığımız ilk haber, Anadolu
gazetesinde 13 Ocak 1949’da çıkan Sabahattin
Ali Nasıl Öldürüldü başlıklı uzunca bir haber/yorum yazısıdır. Bu haberde
Sabahattin Ali’nin öteden beri Komünist olarak tanındığı, bu yolda harekât ve
neşriyattan dolayı takibata uğradığı, firari olduğu, Zincirli Hürriyet gazetesinde yazdığı yazıdan dolayı gıyabında
muhakemesine karar verildiği, bulunamadığı
ve Türk-Bulgar sınırına aşarken öldürüldüğü bildirilmektedir. Söz konusu
haberde, Sabahattin Ali’nin öldürülme hadisesi hakkında da bilgi verilmektedir.
Buna göre, İstanbul polisi son zamanlarda bazı kimselerin kaybolduğunu rapor
etmiş, bu kimselerin sınırlarımızın dışına çıktığı şüphesine düşmüştür.
İstanbul polisi kayıp şahıslarla ilgili tahkikatı genişletmiş, kaybolan
şahıslarla ilgili İstanbul’da pastacılık yapan Periklis’i, Edinekapı’da
berberlik yapan Hasan’ı ve Hasan’ın verdiği ifadeler doğrultusunda Ali Ertekin
adında bir Yugoslav göçmenini 21 Kasım 1948 günü yakalamıştır. Bu kişiler
sorgulamalarında Bulgaristan’a para karşılığında adam kaçırdıklarını kabul
etmişler, Ali Ertekin kaçırdığı adamlar arasında Sabahattin Ali’nin de
bulunduğunu açıklamıştır. Ali Ertekin, ilk ifadesinde, Sabahattin Ali’yi
Bulgaristan’a değil, cehenneme yolladığını belirtmiştir. Habere göre, polis Ali
Ertekin’in ifadesinden şüphelenmiş, Ali Ertekin’in Anadolu Hisarındaki evinde
arama yapmış, aramada içinde resimler, Marko
Paşa nüshaları, vesikalar, pijama, gözlük ve kol saati bulunan bir çanta
elde etmiştir. Sabahattin Ali’yi tanıyanlar bu eşyanın ona ait olduğunu
söylemişler ve polis Ali Ertekin’in Sabahattin Ali’yi parası için öldürdüğü
kanaatine varmıştır. Yine polisin araştırmasına göre, Sabahattin Ali son
zamanlarda Avukat Mehmet Ali Cimcöz ve eşi Adalet hanıma ait bir kamyonda
çalışmaya başlamış, şoförün yanında Diyarbakır ve Urfa’ya birkaç defa sefer
yapmıştır. Yurt dışına kaçmaya karar veren Sabahattin Ali, elindeki bu vasıtadan
yararlanmayı düşünmüş, cezaevinde yattığı sırada tanıştığı komünistlikten
mahkum Hasan ve Ali ile iletişim kurmuş, Ali de 500 lira karşılığında
Sabahattin Ali’yi kaçırmayı vaat etmiştir. Yine aynı habere göre, 1948 yılı
haziran ayının birinci günü Sabahattin Ali’nin kamyonu Kırklareli’ne hareket
etmiştir. Üsküplü nahiyesine geldiklerinde, Sabahattin Ali ile Ali Ertekin,
şoföre burada işleri olduğunu, kamyonu Lüleburgaz’a götürmesi gerektiğini
söyleyerek kamyondan inmişlerdir. Sabahattin Ali ile Ali Ertekin, sınıra doğru
ilerlemişler, geçide geldikleri zaman bir süre oturmuşlar, Sabahattin Ali bu
sırada Bulgaristan’a, oradan Moskova’ya gideceğini, döndüğünde büyük makamlara
geçeceğini, memleketin idaresini eline alacağını, Ali Ertekin’i de yüksek makamlara
getireceğini söylemiştir.
İşte
bu sırada Sabahattin Ali memleket aleyhine sözler söylemiş, bu sözler Ali
Ertekin’in milli hislerini tahrik etmiş, ayrıca Ali Ertekin Sabahattin Ali’nin
üzerinde büyük miktarda para bulunduğu düşüncesine kapılmış ve kanlı bir plan
hazırlamıştır. Ardından Ali Ertekin elindeki sopayı Sabahattin Ali’nin kafasına
indirmiş, ikinci ve üçüncü sopadan sonra Sabahattin Ali’nin kafası parçalanmış
ve yazar ölmüştür. Sabahattin Ali’nin katilinin ilk yakalandığında verdiği
ifade ve polisin tuttuğu tutanağın içeriği bu şekildedir. Anadolu gazetesinde çıkan ve yukarda özetlenen haberin hemen hemen
aynısı Halkın Sesi gazetesinden
vardır. Bu bakımdan söz konusu haberin yönlendirmeci ve belirli bir kaynaktan
servis edildiği düşünülebilir. Haberden anlaşıldığı kadarıyla, İstanbul polisi,
olay yeri incelemesi ve tahkikatın genişletilmesi için, Ali Ertekin’i
Kırklareli’ne göndermiştir[8].
14
Ocak 1949’da yine Anadolu gazetesinde
çıkan bir haberden, Sabahattin Ali davasına Kırklareli adliyesinin baktığı
belirtilmiştir. Söz konusu habere göre, Nisan ayında Bulgaristan sınırı
yakınlarında bir ceset bulunmuş, olay Kırklareli polisine haber verilmiş,
Kırklareli adliyesi olaya el koymuş, fakat ceset teşhis edilemediğinden faili
meçhul kalmıştır. Nihayet Ali Ertekin’in itirafı üzerine Anadolu gazetesine göre, olay aydınlığa kavuşmuştur. Yine aynı
haberde Sabahattin Ali’nin eşi Aliye Hanım’ın Kırklareli’ne gideceği, eğer arzu
ederse eşinin kemiklerini alabileceği bilgisi verilmektedir[9]. Anadolu gazetesinde çıkan yukarıdaki
haberden bir gün önce, Halkın Sesi
gazetesinde Sabahattin Ali’nin Bulgar sınırında öldürüldüğü, katilin cesedi
nehre atarak maktulün kanlı elbise ve eşyasını yanına aldığı, katilin
Bulgaristan’a insan kaçıran bir teşkilata mensup olduğu ve yakalandığı
vurgulanmıştır[10].
17 Ocak tarihli Anadolu gazetesinde ise artist Mücap Ofluoğlu’nun Sabahattin Ali
ile ilgili bir beyanatı vardır. Buna göre, İzmir Şehir Tiyatrosu sanatçılarından
Nedim Mücap Ofluoğlu, Sabahattin Ali’yi bir yıldır görmediğini ifade etmektedir[11].
Aynı günlerde 16 Ocak 1949 tarihli Ankara mahreçli bir haberde ise Salahattin
Ertürk adındaki bir vatandaşın Merhum
Paşa gazetesi sahibi Sabahattin Ali hakkında yayın yoluyla hakaretten dava
açtığı, davanın ikinci duruşmasına Ankara İkinci Asliye mahkemesinde devam
edildiği, söz konusu duruşmada Mahkemenin sanığın tutuklanmasına karar verdiği
bilgisi vardır[12].
Ankara’daki dava bize Sabahattin Ali’nin 2 Nisan’da öldüğünün o zaman devletin
bazı birimleri tarafından bilinmediğini göstermektedir. Bir gün sonraki
gazetelerde ise Sabahattin Ali’ye ait olduğu iddia edilen kemiklerin ve
kafatasının incelenmek üzere İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine karar
verildiği bilgisi vardır[13]. Bu
arada Halkın Sesi gazetesinin özel
kaynaklarından aldığı Akhisar kaynaklı bir habere göre, Ali Ertekin, Sabahattin
Ali’yi öldürdükten sonra Akhisar’a gelmiş, Akhisar’da bir fotoğraf makinesi,
pardesü, bir şapka ve muhtelif eşyayı seyyar satıcılar aracılığıyla sattırırken
görülmüş, şüphe üzerine Akhisar polisi eşyalara el koymuş, Ali Ertekin de
ortadan kaybolmuştur[14].
Eşyaların Akhisar emanetinde saklandığını haber veren Halkın Sesi gazetesi, cinayetin esrar perdesini bu eşyaların
kaldıracağı kanaatindedir. Ali Ertekin’in Akhisar’daki faaliyeti hakkında
araştırmalar yapılmış, elde edilen bilgilere göre katilin amcaoğlu Palabıyık
Hasan’ın evinde Ali Ertekin’in birkaç defa misafir olduğu, beraberindeki eşyayı
Hasan’a sattırdığı bilgisi verilmektedir. Halkın
Sesi gazetesi bu bilgilerden hareketle, Ali Ertekin’in Sabahattin Ali’nin
dışında başka kişileri de öldürmüş olabileceği düşüncesini ileri sürmektedir[15]. 22
Ocak tarihli Halkın Sesi gazetesinde
çıkan bir haberde ise Sabahattin Ali’nin katilinin teşhisi için yeni bir ipucu
bulunduğu, Sabahattin Ali’nin 7 yıl önce yedek subay olarak askerliğini
yaparken attan düştüğü, kolunun bileğinden kırıldığı, sol bilekte bulunan kırığın
eklem noktasının cesedi teşhis için iyi bir delil olacağı, Sabahattin Ali’nin
eşinin teşhis için İstanbul’a gideceği haber verilmektedir[16].
Dava
süreci devam ederken, roman yazarı Peyami Safa 23 Ocak günü Anadolu gazetesinde Sabahattin Ali ile
ilgili bir yazı kaleme almıştır. Peyami Safa, Sabahattin Ali ve Benzerleri başlıklı yazısında, Sabahattin Ali’yi azgın solculardan birisi olarak niteler
ve Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali gibilere müsamaha gösterilmemesi, onların en
ağır şekilde cezalandırılması gerektiğini vurgular[17].
Peyami Safa’nın söz konusu yazısı, bir yandan hukuku yönlendirici bir mahiyet
arz ederken, öte yandan Sabahattin Ali hakkında genel atmosferin hiç de olumlu
olmadığını göstermektedir.
Kırklareli
Savcılığı da Sabahattin Ali’nin öldürülmesi ile ilgili araştırmalarını bu
süreçte devam ettirmektedir. Savcılık, 28 Ocak’ta Sabahattin Ali’nin karısının
dinlenmesine ve Sabahattin Ali’yi son aylarda gördüklerini iddia edenlerin
ifadelerine başvurulmasına karar vermiştir[18]. Bu arada Halkın
Sesi gazetesinde 1 Şubat 1949’da çıkan bir haberde, Bulgaristan hesabına
casusluk yapan bir şebekenin ortaya çıkarıldığı, Ali Ertekin’in bu şebeke ile ilişkili
olduğu, Dimitri ve Ahmet Cafer isimli iki şahsın bu şebekenin üyeleri arasında
bulunduğu bilgisi vardır[19].
Haberin içeriği, bizi bu haberin yanıltıcı bir manevra olabileceği düşüncesini
götürmektedir.
1949
yılı Şubat ayında, bir yandan Sabahattin Ali’nin katilinin kim olduğu ve Ali
Ertekin’in kimlerle ilişkili olduğu araştırılırken, öte yandan Sabahattin
Ali’nin kurucusu ve sahibi olduğu Marko
Paşa gazetesi Cumhurbaşkanlığına hakaretten TCK’nın 158. Ve 159. Maddesi
ile sorgu yargıçlığına verilmiştir[20]. Bu davada hapis istenen isimler Rıfat Ilgaz
ile Orhan Erkip’tir. Haberden anlaşıldığı kadarıyla, siyasal baskı, sadece
Sabahattin Ali’ye değil, aynı zamanda onun çevresinde bulunan herkese
yönelmiştir. Bu arada 29 Mart 1949’da Sabahattin Ali Katli hadisesine dair
Kırklareli Savcılığı tarafından hazırlanan iddianame tamamlanmış ve iddianame Kırklareli
Ağır Ceza Mahkemesine sunulmuştur[21].
Savcılık, iddianamesinde tutuklu Ali Ertekin’in TCK’nın 450. Maddesi ile idamla
cezalandırılmasını talep etmiştir[22].
Sabahattin
Ali’nin katli davasının ilk duruşması 30 Nisan 1949’da Kırklareli’de
gerçekleştirilmiştir[23].
Duruşmada Ali Ertekin, ağlayarak delilik
alametleri göstermiş, bunun üzerine sanık müşahede için hastaneye sevk edilmiştir[24].
15 gün İstanbul Adli Tıp kurumunda muayene edilen Ali Ertekin’in deli olmadığı
tespit edilmiş ve katil zanlısı Kırklareli’ye 17 Mayıs 1949’da yeniden gönderilmiştir[25].
Aynı günlerde Sabahattin Ali’nin son yazısının yayımlandığı Zincirli Hürriyet gazetesinin sahibi, Mehmet Ali Aybar, basın yoluyla TBMM’ye
hakarette bulunduğu gerekçesiyle tutuklanmıştır[26].
Sabahattin Ali davası, 1949 yılı yaz aylarında devam etmiş, sırasıyla 22 Temmuz
1949’daki duruşmada Avukat Mehmet Ali Cimcöz[27], 18
Ağustos 1949’deki duruşmada Sabahattin Ali’nin arkadaşı Balıkesirli yazar ve
araştırmacı Müstecabizade Esat Adil[28],
2 Eylül 1949’daki duruşmada ise Berber Hasan gibi isimlerin bilgisine
başvurulmuştur[29].
Bunlara ilaveten Marko Paşa mizah gazetesinde yazdığı bir yazıdan dolayı aranan
ve Sabahattin Ali davasında şahitliğine müracaat edilmek istenen Aziz Nesin,
şahitliğine başvurulmak üzere Kırklareli’ne getirilmiş ve 22 Ekim 1949’daki
duruşmada Aziz Nesin’in ifadesi
alınmıştır[30].
Halkın Sesi gazetesi bu haberde
davanın karar aşamasına geldiğini okuyucularına bildirmektedir. Bu haberden
sonra, İzmir gazetelerinde Sabahattin Ali davası ile ilgili başka habere
rastlanmamıştır. Muhtemelen 22 Ekim tarihli duruşmada, Mahkeme davayı
sonuçlandırmak yerine, duruşmaların gizli yapılamasına karar vermiştir.
Gazetelerden değil ama başka kaynaklardan elde ettiğimiz bilgilere göre,
Sabahattin Ali davası, gizlilik kararı alındıktan bir yıl sonra, 15 Ekim 1950’de karara bağlamıştır. Savcılığın ilk
iddianamede Ali Ertekin’in idamını istemesine rağmen, mahkeme, Ali Ertekin’in
cezasını milli hisleri tahrik gerekçesiyle dört yıla indirmiş, ardından birkaç
hafta sonra çıkartılan afla katil, cezaevinden çıkmıştır.
Sonuç
olarak, Sabahattin Ali özellikle 1945’ten sonra, iktidar ve güç odakları
aleyhine yazdığı yazılarla dikkati çekmiştir. Eserlerinde sınıf çatışmalarına
yer veren, sosyal adaleti savunan, yerel ve merkezi güç odaklarının halka
yönelik haksız uygulamalarına eleştiren, bilhassa Marko Paşa gazetesinde iktidar sahiplerini ve güç odaklarını
cesurca hicveden Sabahattin Ali, Hegelci-Marksist bir dünya görüşünü
benimsemiştir. Fakat onun idealleri ve ulaşmayı arzu ettiği ideal toplum düzeni
ile 1945’li yılların iktidar odaklarının düşünceleri arasında büyük bir uçurum
söz konusudur. Bu uçurum 1945’ten sonra Tan
Gazetesi Olayı, Marko Paşa gazetesinin
başına gelenler ile Zincirli Hürriyet
gazetesinin yaşadıkları ile daha da somutlaşmıştır. Tehlikenin büyüdüğünü fark
eden yazarımız, en sonunda Türkiye’de kendisine bir hayat alanı bulamayacağını düşünmüş,
Bulgaristan üzerinden Sovyetler Birliğine kaçmaya karar vermiştir. Fakat eski
bir astsubay olan Ali Ertekin’in üyesi olduğu bir şebeke tarafından, Sabahattin
Ali Türkiye-Bulgaristan sınırında katledilmiştir. Ali Ertekin’in Millî Emniyet
Teşkilatına mensup olduğu çeşitli kaynaklarda ileri sürülmektedir. Sabahattin
Ali’nin katli başlangıçta fazla dikkat çekmemiştir. Hatta 2 Nisan’dan 1949’dan
Aralık ayına kadar yazarın nerede olduğuna ve yaşayıp yaşamadığına dair yakın
çevresi bir şey bilmemektedir. Zamanla 1949 yılı Ocak ayının ilk günlerinden
itibaren Sabahattin Ali’nin katledilmesi olayı, Türkiye’nin gündemine girmeye
başlamıştır. Dava ile ilgili haberlerden ve yorumlardan anladığımız kadarıyla,
Sabahattin Ali siyasi bir suikasta maruz kalmıştır. Yazarın siyasal düşüncelerinden
dolayı feci şekilde öldürülmesi, elbette yazarın katilinin tek başına verdiği
bir karar değildir. Sabahattin Ali, tam olarak ispatlanmamakla birlikte, bir
gizli teşkilat tarafından öldürülmüş olmalıdır. Fakat onun asıl katili, gizli
teşkilat ve bu teşkilatın üyesi Ali Ertekin değil, 1945-1950 yılları arasında
Türkiye’deki güç odaklarının ideolojik önyargıları ile bu davaya adaletin ve
devletin vicdanları yaralayan taraflı tutumu olmuştur.
Kaynaklar
Ebuzziya
Tevfik (2006). Yeni Osmanlılar,
İstanbul.
Emiroğlu,
Kudret (1995). Mehmet Ali Aybar: Hür ve Zincirli Hürriyet Gazeteleri, Kebikeç, nr.2.
İmzasız,
Artist Mücap Ofluoğlu Neler Söylüyor, Anadolu,
nr. 11399, 17 Ocak 1949.
Peyami
Safa, Sabahattin Ali ve Benzerleri, Anadolu,
nr. 11405, 23 Ocak 1949.
Taranan
Süreli Yayınlar
Adı Türü Çıktığı
Yer
Anadolu Gazete İzmir
Halkın
Sesi Gazete İzmir
Ali
Baba Dergi İstanbul
Bizim
Paşa Dergi İstanbul
Malum
Paşa Dergi İstanbul
Marko
Paşa Dergi İstanbul
Merhum
Paşa Dergi İstanbul
Paşa
Paşa Dergi İstanbul
Yedi
Sekiz Paşa Dergi İstanbul
Zincirli
Hürriyet Gazete İstanbul/İzmir
[1] Ebuzziya
Tevfik (2006), Yeni Osmanlılar,
İstanbul: 2006, ss. 52.
[2] Bk.
Ebuzziya Tevfik (2006), Yeni Osmanlılar,
İstanbul, ss. 51-52.
[3] Bk. Marko Paşa, nr.1, 29 Kasım 1946.
[4] Marko
Paşa Dergisi Toplattırıldı, Halkın Sesi,
nr. 5836, 4 Ocak 1949.
[5] Marko
Paşa Gazetesi Gene Mahkemede, Halkın Sesi,
nr. 5860, 2 Şubat 1949.
[6] Bk. Aziz
Nesin Tevkif Edildi, Halkın Sesi, nr.
6063, 11 Ekim 1949.
[7] Bk.
Kudret Emiroğlu-Mehmet Ali Aybar: Hür ve Zincirli Hürriyet Gazeteleri, Kebikeç, nr.2, 1995, s.37.
[8]
Sabahattin Ali Nasıl Öldürüldü, Anadolu,
nr. 11395, 13 Ocak 1949.
[9] Bk.
Sabahattin Ali’nin Öldürülmesi Hadisesi,
Anadolu, nr. 11396, 14 Ocak 1949.
[10] Bk.
Sabahattin Ali Bulgar Hududunda Öldürülmüş, Halkın
Sesi, nr. 5843, 12 Ocak 1949.
[11] Artist
Mücap Ofluoğlu Neler Söylüyor, Anadolu,
nr. 11399, 17 Ocak 1949.
[12] İlgili
haber için bk Anadolu, nr.11399, 17
Ocak 1949.
[13] Bk.
Sabahattin Ali Meselesi-Bulunan Kafatası Morga Gönderildi, Anadolu, nr. 11400, 18 Ocak 1949.
[14] Bk.
Sabahattin Ali’ye Ait Bazı Eşyalar Akhisar’da Satılmak İstenmiş, Halkın Sesi, nr. 5848, 16 Ocak 1949.
[15] Bk. Ali
Ertekin Bulgar Hududunda Birkaç Kişiyi Daha mı Öldürdü, Halkın Sesi, nr. 5857, 28 Ocak 1949.
[16] Bk. Öldürülen
Şahıs Sabahattin Ali Mi, Halkın Sesi,
nr. 5852, 22 Ocak 1949.
[17] Bk.
Peyami Safa, Sabahattin Ali ve Benzerleri, Anadolu,
nr. 11405, 23 Ocak 1949.
[18] Bk.
Sabahattin Ali Meselesi Tahkikatı, Halkın
Sesi, nr. 5858, 29 Ocak 1949.
[19] Bk.
Sabahattin Ali’nin Katili Bulgar Casusuyla Şerik mi, Halkın Sesi, nr. 5859, 1 Şubat 1949.
[20] Bk.
Marko Paşa Gazetesi Yine Mahkemede, Halkın
Sesi, nr. 5860, 2 Şubat 1949.
[21] Bk.
Sabahattin Ali’nin Katili Yargılanacak, Halkın
Sesi, nr. 5906, 29 Mart 1949.
[22] Bk.
Sabahattin Ali’nin Katili İdam Talebiyle Mahkemeye Verildi, Halkın Sesi, nr. 5908, 21 Mart 1949.
[23] Bk.
Sabahattin Ali’nin Katili Bugün Yargılanıyor, Halkın Sesi, nr. 5932, 30 Nisan 1949.
[24] Bk.
Sabahattin Ali’nin Katili Delirdi mi, Anadolu,
nr. 11502, 1 Mayıs 1949.
[25] Bk.
Sabahattin Ali’nin Katili Deli Değildir, Anadolu,
nr. 11519, 18 Mayıs 1949.
[26] Bk. Ali
Aybar Tevkif Edildi, Halkın Sesi, nr.
5947, 18 Mayıs 1949.
[27]
Bk.Sabahattin Ali’nin Katilinin Duruşmasına Devam Edildi, Halkı Sesi, nr. 6001, 23
Temmuz 1949.
[28] Bk.
Sabahattin Ali’nin Katili Yargılanmaya Devam Ediyor, Halkın Sesi, nr. 6022, 19 Ağustos 1949.
[29] Bk. Ali
Ertekin’in Muhakemesi, Halkın Sesi,
nr. 6035, 3 Eylül 1949.
[30] Bk.
Sabahattin Ali’nin Katli Davası, Halkın
Sesi, nr. 6072, 22 Ekim 1949.
Yorumlar
Yorum Gönder